-
آن سزد از تو أیا کحل عزیز ** که بیابد از تو هر ناچیز چیز 1870
- Fakat ey aziz sürme, senden her değersiz şey, değer bulur, bir şey olur; sana bu lâyıktır.
-
ز آتش این ظالمانت دل کباب ** از تو جمله اهد قومی بد خطاب
- Bu zalimlerin ateşinden gönlün kebap olduğu halde daima “Yarabbi, kavmime hidayet et” diye hitap ediyordun.
-
کان عودی در تو گر آتش زنند ** این جهان از عطر و ریحان آگنند
- Sen, öd ağacı madensin. Seni ateşe atsalar, bu âlem, ıtırla, fesleğen kokusuyla dolar.
-
تو نه آن عودی کز آتش کم شود ** تو نه آن روحی که اسیر غم شود
- Sen o öd ağacı değilsin ki ateşte yansın, eksilip bitsin. Sen o ruh değilsin ki gama esir olsun.
-
عود سوزد کان عود از سوز دور ** باد کی حمله برد بر اصل نور
- Öd ağacı yanar ama madeni yanmadan uzaktır. Rüzgâr, nurun aslına nasıl hamle edebilir.
-
ای ز تو مر آسمانها را صفا ** ای جفای تو نکوتر از وفا 1875
- Ey göklere saflık veren, ey cefası vefadan daha iyi olan!
-
ز انکه از عاقل جفایی گر رود ** از وفای جاهلان آن به بود
- Çünkü akıllıdan bir cefa gelse o cefa, cahillerin vefasından daha iyidir.
-
گفت پیغمبر عداوت از خرد ** بهتر از مهری که از جاهل رسد
- Peygamber, “ Akıllının düşmanlığı, cahilin sevgisinden yeğdir” dedi.
-
رنجانیدن امیری خفتهای را که مار در دهانش رفته بود
- Bir emîrin, ağzına yılan kaçan birisini incitmesi
-
عاقلی بر اسب میآمد سوار ** در دهان خفتهای میرفت مار
- Akılı birisi, atına binmiş geliyordu. Uyumakta olan birisinin ağzına da bir yılan kaçmak üzereydi.
-
آن سوار آن را بدید و میشتافت ** تا رماند مار را فرصت نیافت
- Atlı onu görüp adamcağızı kurtarmak, yılanı ürkütüp kaçırmak için koşmaya başladı. fakat fırsat bulamadı.