English    Türkçe    فارسی   

2
194-203

  • کی گذارد آن که رشک روشنی است ** تا بگویم آن چه فرض و گفتنی است‏
  • O aydınlığın bile haset ettiği güzel, beni bırakır mı ki söylenmesi lâzım ve farz olan sırları söyleyeyim.
  • بحر کف پیش آرد و سدی کند ** جر کند و ز بعد جر مدی کند 195
  • Deniz köpüklenir, köpükle örtülür, köpüğü ileri sürer. Sonra da köpüğünü çeker, açılır, kendisini gösterir.
  • این زمان بشنو چه مانع شد مگر ** مستمع را رفت دل جای دگر
  • Şimdi dinle, hikâyenin içyüzünü anlatmama ne mani oldu? Dinleyenin gönlü başka bir yere gitti.
  • خاطرش شد سوی صوفی قنق ** اندر آن سودا فرو شد تا عنق‏
  • Hatırına o konuk olan sofinin hali geldi. Boğazına kadar o sevdaya daldı.
  • لازم آمد باز رفتن زین مقال ** سوی آن افسانه بهر وصف حال‏
  • Onun için bu sözü bırakıp ona başlamak hali anlatmak için o hikâyeyi söylemek icap ediyor.
  • صوفی آن صورت مپندار ای عزیز ** همچو طفلان تا کی از جوز و مویز
  • Fakat ey aziz, sofiyi, suret sofisi sanma! Ne vakte kadar çocuklar gibi cevize, üzüme düşüp kalacaksın?
  • جسم ما جوز و مویز است ای پسر ** گر تو مردی زین دو چیز اندر گذر 200
  • Oğul, bizim cismimiz cevizle üzümdür. Ersen bu ikisinden de geç!
  • ور تو اندر نگذری اکرام حق ** بگذراند مر ترا از نه طبق‏
  • Eğer sen geçmezsen Allah’ın lütfu, Allah’ın keremi seni dokuz kat gökten geçirir.
  • بشنو اکنون صورت افسانه را ** لیک هین از که جدا کن دانه را
  • Şimdi hikâyenin zahirini dinle, fakat taneyi samandan ayır ha!
  • .
  • .
  • حلقه‌ای آن صوفیان مستفید ** چون که در وجد و طرب آخر رسید
  • O zevk ve huzur dileyen sofilerin zikir ve murakabeleri, vecit ve şevkle sona erince.