-
کی گذارد آن که رشک روشنی است ** تا بگویم آن چه فرض و گفتنی است
- O aydınlığın bile haset ettiği güzel, beni bırakır mı ki söylenmesi lâzım ve farz olan sırları söyleyeyim.
-
بحر کف پیش آرد و سدی کند ** جر کند و ز بعد جر مدی کند 195
- Deniz köpüklenir, köpükle örtülür, köpüğü ileri sürer. Sonra da köpüğünü çeker, açılır, kendisini gösterir.
-
این زمان بشنو چه مانع شد مگر ** مستمع را رفت دل جای دگر
- Şimdi dinle, hikâyenin içyüzünü anlatmama ne mani oldu? Dinleyenin gönlü başka bir yere gitti.
-
خاطرش شد سوی صوفی قنق ** اندر آن سودا فرو شد تا عنق
- Hatırına o konuk olan sofinin hali geldi. Boğazına kadar o sevdaya daldı.
-
لازم آمد باز رفتن زین مقال ** سوی آن افسانه بهر وصف حال
- Onun için bu sözü bırakıp ona başlamak hali anlatmak için o hikâyeyi söylemek icap ediyor.
-
صوفی آن صورت مپندار ای عزیز ** همچو طفلان تا کی از جوز و مویز
- Fakat ey aziz, sofiyi, suret sofisi sanma! Ne vakte kadar çocuklar gibi cevize, üzüme düşüp kalacaksın?
-
جسم ما جوز و مویز است ای پسر ** گر تو مردی زین دو چیز اندر گذر 200
- Oğul, bizim cismimiz cevizle üzümdür. Ersen bu ikisinden de geç!
-
ور تو اندر نگذری اکرام حق ** بگذراند مر ترا از نه طبق
- Eğer sen geçmezsen Allah’ın lütfu, Allah’ın keremi seni dokuz kat gökten geçirir.
-
بشنو اکنون صورت افسانه را ** لیک هین از که جدا کن دانه را
- Şimdi hikâyenin zahirini dinle, fakat taneyi samandan ayır ha!
-
.
- .
-
حلقهای آن صوفیان مستفید ** چون که در وجد و طرب آخر رسید
- O zevk ve huzur dileyen sofilerin zikir ve murakabeleri, vecit ve şevkle sona erince.