-
پیش او بنشست و میپرسید حال ** یافتش درویش و هم صاحب عیال
- Bayezid o pirin huzuruna varıp oturdu, halini sordu; onun hem fakir, hem de aile efradı çok olduğunu anladı.
-
گفت عزم تو کجا ای بایزید ** رخت غربت را کجا خواهی کشید
- Pir, “Ey bayezid nereye gidiyorsun gurbet pılı pırtısını nereye kadar çekip sürüyeceksin” dedi.
-
گفت قصد کعبه دارم از پگه ** گفت هین با خود چه داری زاد ره
- Bayezid “ Hac mevsimi Kâbe’ye gidiyorum” diye cevap verdi. Pir dedi ki: “Yol masrafı olarak yanında ne var?”
-
گفت دارم از درم نقره دویست ** نک ببسته سخت در گوشهی ردی است 2240
- Bayezid “ İki yüz dirhem gümüşüm var. Ridamın ucuna sımsıkı bağladım işte.” deyince,
-
گفت طوفی کن به گردم هفت بار ** وین نکوتر از طواف حج شمار
- Pir, “Etrafımda yedi kere tavaf et. Bu tavafı hac tavafından daha makbul bil.
-
و آن درمها پیش من نهای جواد ** دان که حج کردی و حاصل شد مراد
- O dirhemleri de, ey cömert kişi, bana ver. Bil ki hac ettin muradın hâsıl oldu.
-
عمره کردی عمر باقی یافتی ** صاف گشتی بر صفا بشتافتی
- Umre ettin ebedi ömre nail oldun, sâf bir hale geldin, Safa’ya koştun, Saiy erkânını yerine getirdin.
-
حق آن حقی که جانت دیده است ** که مرا بر بیت خود بگزیده است
- Canının gördüğü Hak hakkı için ki o, beni kendi evinden daha üstün, daha makbul etmiştir;
-
کعبه هر چندی که خانهی بر اوست ** خلقت من نیز خانهی سر اوست 2245
- Kâbe her ne kadar onun lütuf ve ihsan evidir ama benim vücudum da onun sır evi.
-
تا بکرد آن کعبه را در وی نرفت ** و اندر این خانه بجز آن حی نرفت
- Tanrı, Kâbe’yi kurdu ama kurdu kuralı ona gitmedi. Hâlbuki bu eve, benim vücuduma, o ebedi diri olan Tanrı’dan başka kimse gelmedi.