-
همت پیغمبر روشنکده ** پیش خاطر آمدش آن گم شده
- Her yanı aydınlatan Peygamber’in himmeti, ona hatırlayamadığını hatırlattı.
-
تافت ز آن روزن که از دل تا دل است ** روشنی که فرق حق و باطل است
- Hakla bâtıl arasını ayırt eden aydınlık, gönülden gönle açılmış olan pencereden parladı.
-
گفت اینک یادم آمد ای رسول ** آن دعا که گفتهام من بو الفضول
- Dedi ki: “Ya Resulallah, bir hezeyandır ettim, şimdicek duamı hatırladım.
-
چون گرفتار گنه میآمدم ** غرقه دست اندر حشایش میزدم
- Daima günaha giriftar olup duruyordum. Denize düşenin yılana sarılması gibi önüme ne gelirse sarılıyordum.
-
از تو تهدید و وعیدی میرسید ** مجرمان را از عذاب بس شدید 2465
- Sen, suçluları çok şiddetli azaplarla tehdit etmiştin.
-
مضطرب میگشتم و چاره نبود ** بند محکم بود و قفل ناگشود
- Istıraba düştüm, çarem kalmadı. Bağ pek sıkı, kilit kapalıydı.
-
نی مقام صبر و نه راه گریز ** نی امید توبه نه جای ستیز
- Ne sabredebiliyordum. Ne kaçacak, kurtulacak yer vardı. Ne tövbe etmeye bir ümidim kalmıştı, ne dayanmama imkân.
-
من چو هاروت و چو ماروت از حزن ** آه میکردم که ای خلاق من
- Elemden Harut’la Marut gibi ah ederek dedim ki: Ey yaratan Tanrı’m.
-
از خطر هاروت و ماروت آشکار ** چاه بابل را بکردند اختیار
- Harut’la Marut tehlikeden kurtulmak için Bâbil Kuyusunu dilediler.
-
تا عذاب آخرت اینجا کشند ** گربزند و عاقل و ساحروشاند 2470
- Gürbüz, akıllı, hatta sihirbaza benzer, her şeye muktedir oldukları halde onlar bile ahret azabını o kuyuda çekmek istediler.