-
گفت توبه کردم ای سلطان که من ** از سر جلدی نه لافم هیچ فن
- Adam dedi ki: “Sultanım, tövbe ettim. Bir daha böyle bir cürette bulunmam, böyle bir lâf etmem.”
-
این جهان تیه است و تو موسی و ما ** از گنه در تیه مانده مبتلا
- Bu cihan bir çöldür, sen Musa’sın. Biz de günahımız yüzünden çölde iptilâlara uğramış kişileriz.
-
سالها ره میرویم و در اخیر ** همچنان در منزل اول اسیر 2485
- Yıllarcadır yol görüyoruz, fakat sonunda yine ilk konakta esiriz.
-
گر دل موسی ز ما راضی بدی ** تیه را راه و کران پیدا شدی
- Musa’nın gönlü bizden razı olsaydı, bu çöle bir yol, bir uç bulunurdu.
-
ور به کل بیزار بودی او ز ما ** کی رسیدی خوانمان هیچ از سما
- Fakat bizden tamamıyla usanmış olsaydı hiç yemeğimiz gökten gelir miydi?
-
کی ز سنگی چشمهها جوشان شدی ** در بیابانمان امان جان شدی
- Bir taş parçasından kaynaklar coşar mıydı, çölde canımızı kurtarabilir miydik?
-
بل به جای خوان خود آتش آمدی ** اندر این منزل لهب بر ما زدی
- Hattâ bundan vazgeçtik, yemek yerine üstümüze ateş yağar, konduğumuz bu konakta alevlenir, yanardık.
-
چون دو دل شد موسی اندر کار ما ** گاه خصم ماست گاهی یار ما 2490
- Musa, bizden hem hoşnut, hem değil, gâh dostumuz, gâh düşmanımız.
-
خشمش آتش میزند در رخت ما ** حلم او رد میکند تیر بلا
- Hışımı; pılımızı, pırtımızı ateşlemekte, hilmi belâya siper olmakta.
-
کی بود که حلم گردد خشم نیز ** نیست این نادر ز لطفت ای عزیز
- Nasıl olur da hem hilimle muamele eder, hem hışımla? Fakat ey aziz Tanrı, bu senin lütfundan, bu lütuf, az görülmüş, bir şey değil ki.