English    Türkçe    فارسی   

2
297-306

  • ور نه بر فانی قسم گفتن خطاست ** خود فنا چه لایق گفت خداست‏
  • Yoksa fâni olan şeye yemin etmek hatadır. Böyle olduğu halde fâni şeyin Allah’ın sözüne girmesi lâyık olur mu?
  • لا أحب الآفلین گفت آن خلیل ** کی فنا خواهد از این رب جلیل‏
  • Halil “ Ben fâni olanları sevmem” dedi Halil böyle derse Ulu Allah nasıl olur da fâni şeyi diler, sever?
  • باز و اللیل است ستاری او ** و آن تن خاکی زنگاری او
  • “Velleyl” den maksat yine Mustafa’nın ayıp örtücülüğü, toprağa mensup olan cismidir.
  • آفتابش چون بر آمد ز آن فلک ** با شب تن گفت هین ما ودعک‏ 300
  • Bu kuşluk çağının güneşi o, gökten doğdu da gece gibi olan tene “Seni Rabb’in terk etmedi” dedi.
  • وصل پیدا گشت از عین بلا ** ز آن حلاوت شد عبارت ما قلی‏
  • Belanın ta kendisinden vuslat meydana geldi; “ Sana darılmadı da” sözü de o tatlılıktan zuhur etti.
  • هر عبارت خود نشان حالتی است ** حال چون دست و عبارت آلتی است‏
  • Esasen her söz bir halete alâmettir. Hâl ele benzer, söz de alete.
  • آلت زرگر به دست کفشگر ** همچو دانه‏ی کشت کرده ریگ در
  • Kuyumcunun aleti, kunduracının elinde kuma ekilmiş tohuma döner.
  • و آلت اسکاف پیش برزگر ** پیش سگ کاه استخوان در پیش خر
  • Çiftçinin yanında kunduracının aleti, köpeğin, önünde saman, eşeğin önünde kemik gibidir.
  • بود انا الحق در لب منصور نور ** بود انا الله در لب فرعون زور 305
  • “Enel Hakk” sözü, Mansur’un ağzında nurdu. “Enallah” sözü, Firavunun ağzında yalan!
  • شد عصا اندر کف موسی گوا ** شد عصا اندر کف ساحر هبا
  • Sopa, Musa’nın elinde doğruluğuna şahit oldu, sihirbazın elindeyse bir şeye yaramadı.