-
با سلیمان پای در دریا بنه ** تا چو داود آب سازد صد زره
- Süleyman’la gel, ayağını denize bas ki su, Davud’a olduğu gibi sana da yüzlerce zırh yapsın.
-
آن سلیمان پیش جمله حاضر است ** لیک غیرت چشم بند و ساحر است
- O Süleyman, meydanda, herkesin gözü önünde. Fakat haset kıskançlık göz bağıcı ve büyücü.
-
تا ز جهل و خوابناکی و فضول ** او به پیش ما و ما از وی ملول
- O bizim önümüzde... Bizse cahillikten, uykudan, herzevekillikten onu görmemekte, ondan meyus olmaktayız.
-
تشنه را درد سر آرد بانگ رعد ** چون نداند کاو کشاند ابر سعد
- Gök gürlemesi, susuzun başını ağrıtır. Bilmez ki kutlu bulutlardan rahmet yağdıracak!
-
چشم او مانده است در جوی روان ** بیخبر از ذوق آب آسمان 3785
- Onun gözü akarsuda… Gökten yağan rahmet suyunun zevkinden haberi bile yok!
-
مرکب همت سوی اسباب راند ** از مسبب لاجرم محجوب ماند
- Himmet atını sebebe doğru sürdü de bu yüzden müsebbipten mahrum kaldı.
-
آن که بیند او مسبب را عیان ** کی نهد دل بر سببهای جهان
- Fakat müsebbibi apaçık gören cihan sebeplerine gönül kor mu?
-
حیران شدن حاجیان در کرامات آن زاهد که در بادیه تنهاش یافتند
- Hacıların, çölde tek ve tenha ibadet eden bir zahidin kerametine hayran olmaları
-
زاهدی بد در میان بادیه ** در عبادت غرق چون عبادیه
- Çöl ortasın da bir zahit vardı. Abbadiye kabilelerine mensup olanlar gibi ibadete de dalmış, kendisinden geçmişti.
-
حاجیان آن جا رسیدند از بلاد ** دیدهشان بر زاهد خشک اوفتاد
- Hacılar civar şehirlerden gelip oraya ulaştılar, o kupkuru yerde bir zâhit gördüler.
-
جای زاهد خشک بود او تر مزاج ** از سموم بادیه بودش علاج 3790
- Zahidin yeri kaskatıydı. Fakat kendisinin mizacı yumuşak. Çölün samyeli, âdeta ona ilâç kesilmişti.