-
لیک آهن را لطیف آن شعلههاست ** کاو جذوب تابش آن اژدهاست
- Hâlbuki o hararet, o şuleler, demir için kâfi değildir. Çünkü demir, ejderha gibi olan ateşin yalımını ister.
-
هست آن آهن فقیر سخت کش ** زیر پتک و آتش است او سرخ و خوش 830
- O demir, meşakkatlere tahammül eden fakirdir. Çekicin altında, ateşin içinde kıpkırmızı bir hale gelir; ondan hoşlanır.
-
حاجب آتش بود بیواسطه ** در دل آتش رود بیرابطه
- Bu çeşit fakir, ateşin vasıtasız perdecisidir, vasıta ve vesile olmaksızın ateşin ta ortasına kadar girer.
-
بیحجاب آب و فرزندان آب ** پختگی ز آتش نیابند و خطاب
- Fakat su ve su oğulları; hicap olmaksızın, bir vasıta bulunmaksızın ne ateşten olgun bir hale gelirler, ne ateşin hitabına mazhar olurlar.
-
واسطه دیگی بود یا تابهای ** همچو پا را در روش پا تابهای
- Ayağa, yürümek için nasıl ayakkabı lâzımsa bunlara da ateşten feyz almak için bir tencere yahut tava lâzımdır.
-
یا مکانی در میان تا آن هوا ** میشود سوزان و میآرد بما
- Yahut da ortada bir yer gerektir ki hava ısınsın, kızsın da harareti suya müessir olsun.
-
پس فقیر آن است کاو بیواسطه ست ** شعلهها را با وجودش رابطه ست 835
- Fakir ona derler ki şûlelerle vasıtasız rabıtası vardır.
-
پس دل عالم وی است ایرا که تن ** میرسد از واسطهی این دل به فن
- Hakikatte âlemin gönlü odur. Çünkü ten (gibi olan âleme) bu gönül vasıtasıyla feyz gelir, ten (gibi olan cihan), bu gönül yüzünden işe yarar.
-
دل نباشد، تن چه داند گفتوگو ** دل نجوید، تن چه داند جستجو
- Gönül olmasa ten, konuşmayı ne bilir? Gönül aramasa ten, araştırmadan ne anlar?
-
پس نظرگاه شعاع آن آهن است ** پس نظرگاه خدا دل نی تن است
- Demek ki şûlelerin nazargâhı o demirdir. Şu halde Allah’ın nazargâhı da gönüldür, ten değil!