English    Türkçe    فارسی   

2
906-915

  • آن خدایی که فرستاد انبیا ** نه به حاجت بل به فضل و کبریا
  • Peygamberleri, ihtiyacı olduğundan değil de fazlından, kereminden gönderen,
  • آن خداوندی که از خاک ذلیل ** آفرید او شهسواران جلیل‏
  • Aşağılık topraktan, yüce padişahlar yaratan.
  • پاکشان کرد از مزاج خاکیان ** بگذرانید از تک افلاکیان‏
  • Onları topraktan yaratılmış mahlûkatın tabiatlarından arıtan, gök ehlinin derecelerinden üstün kılan,
  • بر گرفت از نار و نور صاف ساخت ** وانگه او بر جمله‏ی انوار تاخت‏
  • Ateşten saf bir nur yaratıp onunla bütün nurları parlatan,
  • آن سنا برقی که بر ارواح تافت ** تا که آدم معرفت ز آن نور یافت‏ 910
  • Nurlara doğan, nurları aydınlatan nuru yaratan, Âdem peygamberin feyiz alıp marifete eriştiği aydın ziyayı meydana getiren,
  • آن کز آدم رست و دست شیث چید ** پس خلیفه‏ش کرد آدم کان بدید
  • Âdem’den bitip Şîs’in devşirdiği nuru, Âdem’in görüp Şîs’i yerine halife ettiği nuru.
  • نوح از آن گوهر که برخوردار بود ** در هوای بحر جان دربار بود
  • Nuh’un feyiz aldığı, can denizi havasında inciler yağdırdığı nuru halk edene ant olsun.
  • جان ابراهیم از آن انوار زفت ** بی‏حذر در شعله‏های نار رفت‏
  • İbrahim’in canı o nurlardan nurlandı da pervasızca ateş şulelerine koştu, ateşe atıldı.
  • چون که اسماعیل در جویش فتاد ** پیش دشنه‏ی آب دارش سر نهاد
  • İsmail, onun ırmağına düştü de o yüzden parlak bıçağın önüne baş koydu, boyun verdi.
  • جان داود از شعاعش گرم شد ** آهن اندر دست بافش نرم شد 915
  • Davut’un canı onun şulelerinden hararetlendi de ondan dolayı elinde demir yumuşadı, eridi.