- 
		    دیدن آن بند احمد را رسد ** بر گلوی بسته حبل من مسد
 
		 
		 
	         
		 
		 
	       
	       
	       
		  - O bağı Ahmed görebilir de, “Boynunda da hurma lifinden bir ip var” der.
 
		  
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		    - 
		    دید بر پشت عیال بولهب ** تنگ هیزم گفت حمالهی حطب
 
		 
		 
	         
		 
		 
	       
	       
	       
		  - Ahmed, Ebuleheb’in karısının sırtındaki odun yükünü gördü de ona “ Odun hamalı” dedi.
 
		  
	       
	    
	  
	    
	       
                 
	         
	         
		   - 
		   حبل و هیزم را جز او چشمی ندید ** که پدید آید برو هر ناپدید   1665
 
		 
	         
	         
	         
		 
	       
	       
	       
		  - İpi de ondan başka kimse görmedi, odunu da. Ona her görünmeyen şey, görünür.
 
		  
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		    - 
		    باقیانش جمله تاویلی کنند ** کین ز بیهوشیست و ایشان هوشمند
 
		 
		 
	         
		 
		 
	       
	       
	       
		  - Başkaları umumiyetle tevil ederler; bu akılsızlıktan böyle söylüyor derler. Sanki onların akılları başlarındaymış!
 
		  
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		    - 
		    لیک از تاثیر آن پشتش دوتو ** گشته و نالان شده او پیش تو
 
		 
		 
	         
		 
		 
	       
	       
	       
		  - Tevil ederler ama hakikatte onun sırtı, o odun yükünün altında iki büklüm olmuştur, gözünün önünde feryat edip durmakta.
 
		  
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		    - 
		    که دعایی همتی تا وا رهم ** تا ازین بند نهان بیرون جهم
 
		 
		 
	         
		 
		 
	       
	       
	       
		  - Bana bir dua edin, bir himmet edin de kurtulayım, şu gizli bağdan sıyrılayım demektedir.
 
		  
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		    - 
		    آنک بیند این علامتها پدید ** چون نداند او شقی را از سعید
 
		 
		 
	         
		 
		 
	       
	       
	       
		  - Bu nişaneleri apaçık gören, nasıl olur da şakiyi saitten ayırt edemez.
 
		  
	       
	    
	  
	    
	       
                 
	         
	         
		   - 
		   داند و پوشد بامر ذوالجلال ** که نباشد کشف راز حق حلال   1670
 
		 
	         
	         
	         
		 
	       
	       
	       
		  - Bilir, tanır ama Allah sırrını açmak helâl olmadığından ululuk sahibi Allah’ın emriyle örter, gizler.
 
		  
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		    - 
		    این سخن پایان ندارد آن فقیر ** از مجاعت شد زبون و تن اسیر
 
		 
		 
	         
		 
		 
	       
	       
	       
		  - Bu sözün sonu yoktur, gelelim hikâyeye: O yoksul, açlıktan zayıf, perişan bir hale geldi, harekete bile mecali kalmadı.
 
		  
	       
	    
	  
	    
	       
	      
		  
		  - 
		  مضطرب شدن فقیر نذر کرده بکندن امرود از درخت و گوشمال حق رسیدن بی مهلت
 
	      
	       
	      
	       
	      
		  - Ağaçtan armut koparmamayı nezreden yoksulun âciz kalıp koparması ve derhal Allah azabının gelip çatması
 
		  
	      
	       
	      
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		    - 
		    پنج روز آن باد امرودی نریخت ** ز آتش جوعش صبوری میگریخت
 
		 
		 
	         
		 
		 
	       
	       
	       
		  - Derviş tam beş gün armut ağacını silkmedi, fakat açlık ateşi de sabrını tüketmekteydi.