-
حب جاه و سروری دارد بر آن ** که شمارد خویش از پیغامبران
- Fakat mevki ve reislik sevdası, sizi peygamberlik dâvasına salmış, bu yüzden kendinizi peygamber sanıyorsunuz.
-
ما نخواهیم این چنین لاف و دروغ ** کردن اندر گوش و افتادن بدوغ
- Bu çeşit lâflara, bu çeşit yalanlara kulak bile asmak istemeyiz, ayran kâsesine düşmek dilemeyiz.” dediler.
-
انبیا گفتند کین زان علتست ** مایهی کوری حجاب ریتست 2715
- Peygamberler dediler ki: “Bu da o illetten, körlüğünüzden, söylediğimiz sözlerin hakikatini göremiyorsunuz.
-
دعوی ما را شنیدیت و شما ** مینبینید این گهر در دست ما
- Dâvamızı duyuruyorsunuz da elimizdeki mücevheri görmüyorsunuz.
-
امتحانست این گهر مر خلق را ** ماش گردانیم گرد چشمها
- Elimizdeki bu mücevher, halka bir imtihandır. Onu gözlerin önünde dolandırıp durmaktayız.
-
هر که گوید کو گوا گفتش گواست ** کو نمیبیند گهر حبس عماست
- Kim, nerede mücevher, derse bu sözü, körlüğüne, mücevherleri görmediğine şahittir.
-
آفتابی در سخن آمد که خیز ** که بر آمد روز بر جه کم ستیز
- Güneş söze gelse de “Kalk, gündüz oldu, yatıp durma.”
-
تو بگویی آفتابا کو گواه ** گویدت ای کور از حق دیده خواه 2720
- Dese, sen de, “A güneş, şahidin nerede?” desen güneş “Kör herif, Allah’tan kendine göz iste!
-
روز روشن هر که او جوید چراغ ** عین جستن کوریش دارد بلاغ
- Apaydın gündüz vakti birisi mum arasa onun bu araması körlüğüne tam bir delildir.
-
ور نمیبینی گمانی بردهای ** که صباحست و تو اندر پردهای
- Bari görmüyorsan, gündüz olduğundan şüphen varsa, daha sabah olmadı sanıyorsan,