-
چون رهانیدت ز ده زندان کرم ** تیه را بر خود مکن حبس ستم
- Allah, keremiyle seni on tane zindandan kurtarmışken bu Tih ovasını kendine sitem hapishanesi yapma!”
-
جمع و توفیق میان نفی و اثبات یک چیز از روی نسبت و اختلاف جهت
- Nisbet ve zâhiri ihtilâf yüzünden bir şeyde hem nefiy, hem de ispatın birleşmesi
-
نفی آن یک چیز و اثباتش رواست ** چون جهت شد مختلف نسبت دوتاست
- Bir şeyin hem nefyedilmesi caizdir, hem ispat edilmesi. Çünkü zahiri görünüş aykırıdır, nispet de iki türlü olabilir.
-
ما رمیت اذ رمیت از نسبتست ** نفی و اثباتست و هر دو مثبتست
- Allah’ın “O taşları attığın zaman yok mu? Onları sen atmadın ki… Allah attı” demesinde hem hem nefiy vardır, hem ispat ve ikisi de yerindedir.
-
آن تو افکندی چو بر دست تو بود ** تو نه افکندی که قوت حق نمود 3660
- Onları sen attın, çünkü taşlar senin elindeydi. Fakat sen atmadın, çünkü o atış kuvvetini Allah izhar etti.
-
زور آدمزاد را حدی بود ** مشت خاک اشکست لشکر کی شود
- İnsanoğlunun kuvvetinin bir haddi, bir hududu vardır. Bir avuç toz, toprak nasıl olur da bir orduyu bozar, kırıp geçirir?
-
مشت مشت تست و افکندن ز ماست ** زین دو نسبت نفی و اثباتش رواست
- Avuç, senin avucundur ama atış bizden. Bu iki nispetin nefyi de yerindedir, ispatı da.
-
یعرفون الانبیا اضدادهم ** مثل ما لا یشتبه اولادهم
- Peygamberlerin zıtları olan kâfirler de Peygamberleri, evlâtlarını, tanıdıkları, bildikleri gibi tanırlar bilirler.
-
همچو فرزندان خود دانندشان ** منکران با صد دلیل و صد نشان
- Münkirler onları yüzlerce delille, yüzlerce nişanla evlâtlarını tanır gibi tanırlar, bilirler ama
-
لیک از رشک و حسد پنهان کنند ** خویشتن را بر ندانم میزنند 3665
- Kıskançlıkları, hasetleri yüzünden bildiklerini gizlerler “Bilmiyoruz ki” diye bilmezlikten gelirler.
-
پس چو یعرف گفت چون جای دگر ** گفت لایعرفهم غیری فذر
- Baksana, Allah bir yerde “Onları bilirler” dedi, bir yerde de “Onları benden başka kimse bilmez;