اندر آن بازی چو گویی نام زر ** آن کند در خاطر کودک گذر
Oyun oynarken o parçalara altın adını taktın ya… Artık ne vakit altın desen çocuğun aklına saksı kırıkları gelir.
بل زر مضروب ضرب ایزدی ** کو نگردد کاسد آمد سرمدی
Fakat erlerin kastettikleri altın ne o altındır, ne bu altın. Onlar üstüne, Allah’ın adı basılmış hakikî altını kastederler. O altın, ne kesada uğrar, ne ziyana… Ebedî ve daimîdir.
آن زری کین زر از آن زر تاب یافت ** گوهر و تابندگی و آب یافت
O altın, öyle bir altındır ki bu zahirî altın, parlaklığını ondan almış, kadir ve kıymeti ondan bulmuştur.
آن زری که دل ازو گردد غنی ** غالب آید بر قمر در روشنی
Gönül, o altından ganileşir… Parlaklık ve aydınlıkta aydan bile üstündür.
شمع بود آن مسجد و پروانه او ** خویشتن در باخت آن پروانهخو4365
O mescit, bir mumdu, adamda pervane… O pervane huylu, âdeta canıyla oynamaktaydı.
پر بسوخت او را ولیکن ساختش ** بس مبارک آمد آن انداختش
Ateş, kanadını yaktı ama daha güzel kanat ihsan etti. O ateşe atılma, âşıka pek kutlu geldi, pek!
همچو موسی بود آن مسعودبخت ** کاتشی دید او به سوی آن درخت
O bahtı kutlu, Musa’ya benziyordu. Ağacın civarında bir ateştir, görmüştü.
چون عنایتها برو موفور بود ** نار میپنداشت و خود آن نور بود
Allah, ona birçok inayetlerde bulunmuştu… O, gördüğünü ateş sanıyordu ama nurdu.
مرد حق را چون ببینی ای پسر ** تو گمان داری برو نار بشر
Oğul, sen de Allah erini görünce ondan insanlık ateşi var sanıyor, onu insan görüyorsun.
تو ز خود میآیی و آن در تو است ** نار و خار ظن باطل این سو است4370
Sen, onu kendiliğinden insan görüyorsun, hâlbuki o sıfat sende… bâtıl zannın ateşi de bu tarafta, dikeni de!