-
آن زری کین زر از آن زر تاب یافت ** گوهر و تابندگی و آب یافت
- O altın, öyle bir altındır ki bu zahirî altın, parlaklığını ondan almış, kadir ve kıymeti ondan bulmuştur.
-
آن زری که دل ازو گردد غنی ** غالب آید بر قمر در روشنی
- Gönül, o altından ganileşir… Parlaklık ve aydınlıkta aydan bile üstündür.
-
شمع بود آن مسجد و پروانه او ** خویشتن در باخت آن پروانهخو 4365
- O mescit, bir mumdu, adamda pervane… O pervane huylu, âdeta canıyla oynamaktaydı.
-
پر بسوخت او را ولیکن ساختش ** بس مبارک آمد آن انداختش
- Ateş, kanadını yaktı ama daha güzel kanat ihsan etti. O ateşe atılma, âşıka pek kutlu geldi, pek!
-
همچو موسی بود آن مسعودبخت ** کاتشی دید او به سوی آن درخت
- O bahtı kutlu, Musa’ya benziyordu. Ağacın civarında bir ateştir, görmüştü.
-
چون عنایتها برو موفور بود ** نار میپنداشت و خود آن نور بود
- Allah, ona birçok inayetlerde bulunmuştu… O, gördüğünü ateş sanıyordu ama nurdu.
-
مرد حق را چون ببینی ای پسر ** تو گمان داری برو نار بشر
- Oğul, sen de Allah erini görünce ondan insanlık ateşi var sanıyor, onu insan görüyorsun.
-
تو ز خود میآیی و آن در تو است ** نار و خار ظن باطل این سو است 4370
- Sen, onu kendiliğinden insan görüyorsun, hâlbuki o sıfat sende… bâtıl zannın ateşi de bu tarafta, dikeni de!
-
او درخت موسی است و پر ضیا ** نور خوان نارش مخوان باری بیا
- O, Musa’nın ağacıdır; o, ışıklarla dopdoludur. Bir kerecik olsun ona ateş deme de nur de!
-
نه فطام این جهان ناری نمود ** سالکان رفتند و آن خود نور بود
- Bu dünyadan vazgeçmek de ateş görünmedi mi? Fakat salikler o makama gittiler, bu âlemi terk ettiler de anladılar ki nurdan ibaretmiş!