-
این بمنگیدند در زیر زبان ** آن اسیران با هم اندر بحث آن
- Esirler, birbirleriyle bunu konuşuyor, birbirlerine bunu fısıldıyorlardı.
-
تا موکل نشنود بر ما جهد ** خود سخن در گوش آن سلطان برد
- Memur duymasın, duyarsa o padişaha söyler, sözlerimiz kulağına gider diye fısıltıyla konuşuyorlardı.
-
آگاه شدن پیغامبر علیه السلام از طعن ایشان بر شماتت او
- Peygamber aleyhisselâm’ın onların kınamalarını dırıltılarını duyması
-
گرچه نشنید آن موکل آن سخن ** رفت در گوشی که آن بد من لدن
- Memur, o sözü duymadı ama Allah bilgisine sahip olan Peygamber’in kulağına vardı.
-
بوی پیراهان یوسف را ندید ** آنک حافظ بود و یعقوبش کشید
- Yusuf’un gömleğini alıp götüren, gömleğin kokusunu duymadı da Yakup duydu.
-
آن شیاطین بر عنان آسمان ** نشنوند آن سر لوح غیبدان 4530
- Şeytanlar, gökyüzünün çevresinde döner, dolaşırlar da yine Levh-i Mahvuz’daki gayp sırlarını duyamazlar.
-
آن محمد خفته و تکیه زده ** آمده سر گرد او گردان شده
- Muhammed’se dayanıp yatmış, uyurken o sır gelir, başucunda döner durur!
-
او خورد حلوا که روزیشست باز ** آن نه کانگشتان او باشد دراز
- Helvayı kime nasipse o yer; parmakları uzun olan değil!
-
نجم ثاقب گشته حارس دیوران ** که بهل دزدی ز احمد سر ستان
- Delici Şahab, şeytanları, hırsızlığı bırakın da Ahmed’ den sır öğrenin diye kovar, sürer.
-
ای دویده سوی دکان از پگاه ** هین به مسجد رو بجو رزق اله
- Ey iki gözünü de dükkâna dikmiş, ümidini oraya bağlamış adam, kendine gel, mescide yürü de rızkını Allah’tan iste!
-
پس رسول آن گفتشان را فهم کرد ** گفت آن خنده نبودم از نبرد 4535
- Peygamber, onların sözlerini duyup söylediklerini anladı da dedi ki: O gülüş, savaşta galebe ettim diye değil ki.