-
صورت خود چون شکستی سوختی ** صورت کل را شکست آموختی
- Suretini kırdın, yaktın mı her şeyin suretini kırdın demektir.
-
بعد از آن هر صورتی را بشکنی ** همچو حیدر باب خیبر بر کنی 580
- Artık her sureti kırar, Haydar gibi Hayber kapısını çekip koparırsın.
-
سغبهی صورت شد آن خواجهی سلیم ** که به ده میشد بگفتاری سقیم
- O saf şehirli de surete zebun oldu, köylünün kötü sözleriyle köye doğru yola düştü.
-
سوی دام آن تملق شادمان ** همچو مرغی سوی دانهی امتحان
- O yaltaklanma tuzağına tutularak neşeli neşeli gidiyordu. Taneyle sınanmaya giden kuşa benziyordu.
-
از کرم دانست مرغ آن دانه را ** غایت حرص است نه جود آن عطا
- Kuş, o taneyi kerem ve ihsan yüzünden saçılmış sanır. Hâlbuki o ihsan hırsın son derecesidir.
-
مرغکان در طمع دانه شادمان ** سوی آن تزویر پران و دوان
- Kuşcağızlar taneye tamah ederek sevinip o hileye doğru uçar, koşarlar.
-
گر ز شادی خواجه آگاهت کنم ** ترسم ای رهرو که بیگاهت کنم 585
- Şehirlinin sevinçlerini de anlatsam korkarım ki yolcu, seni yolundan alıkorum.
-
مختصر کردم چو آمد ده پدید ** خود نبود آن ده ره دیگر گزید
- Onun için kısaca geçiyorum. Yolda bir köy göründü. Fakat o köylünün köyü değildi, başka bir yola saptı.
-
قرب ماهی ده بده میتاختند ** زانک راه ده نکو نشناختند
- Bir aya yakın bir müddet köyden köye dolaştılar. Çünkü köyün yolunu iyi bilmiyorlardı.
-
هر که در ره بی قلاوزی رود ** هر دو روزه راه صدساله شود
- Kılavuzsuz yola gidene iki günlük yol, yüz yıllık yol olur.