-
چون بهامان که وزیرش بود او ** مشورت کردی که کینش بود خو
- Fakat huyu kinden ibaret olan veziri Haman’la görüşüp danışınca,
-
پس بگفتی تا کنون بودی خدیو ** بنده گردی ژندهپوشی را بریو
- Haman, ona “Şimdiye kadar padişahtın... Şimdi bir yamalı hırka giyenin hilesine kapılıp kul mu oldun?” derdi.
-
همچو سنگ منجنیقی آمدی ** آن سخن بر شیشه خانهی او زدی
- Bu söz, mancınıktan atılan taş gibi gelir, Firavun’un sırçadan yapılma sarayını kırıverirdi!
-
هر چه صد روز آن کلیم خوشخطاب ** ساختی در یکدم او کردی خراب 1245
- Güzel sözlü Kelîm’in yüz gün uğraşıp yaptığını o, bir anda yıkar giderdi!
-
عقل تو دستور و مغلوب هواست ** در وجودت رهزن راه خداست
- Senin aklın da vezirdir ve heva ve hevesine mağlûptur... Vücudun da Allah yolunu kesip durmaktadır...
-
ناصحی ربانیی پندت دهد ** آن سخن را او به فن طرحی نهد
- Allah’a mensup bir öğütçü, sana öğüt verse o sözü, bir hileyle tesirsiz bırakmakta;
-
کین نه بر جایست هین از جا مشو ** نیست چندان با خود آ شیدا مشو
- Bu, yerinde bir söz değil, kendine gel de yerinden, yurdundan olma... İş öyle değil, kendine gel, delirme demektedir.
-
وای آن شه که وزیرش این بود ** جای هر دو دوزخ پر کین بود
- Vay o padişaha ki veziri budur... Her ikisinin yeri de kin güden cehennemdir.
-
شاد آن شاهی که او را دستگیر ** باشد اندر کار چون آصف وزیر 1250
- Ne mutlu o padişaha ki müşkül işe düştü mü elini tutacak Asaf gibi bir veziri vardır.
-
شاه عادل چون قرین او شود ** نام آن نور علی نور این بود
- Adaletli padişah, Asaf’a eş oldu mu artık adı “Nur üstüne nur” olur...