English    Türkçe    فارسی   

4
2352-2361

  • آن هلیله و آن بلیله کوفتن ** زان تلف گردند معموری تن
  • O halileyi, belileyi dövmek, onları adeta telef etmek, bedenin yapılmasıdır.
  • تا نکوبی گندم اندر آسیا ** کی شود آراسته زان خوان ما
  • Buğdayı değirmende ezmeseydin ondan ekmek yapabilir miydi? Bizim soframızı bezeyebilir miydi?
  • آن تقاضا کرد آن نان و نمک ** که ز شستت وا رهانم ای سمک
  • A balık, yediğim tuz ekmek, seni ağından kurtarmak için beni böyle uğraştırıyorsun ya!
  • گر پذیری پند موسی وا رهی ** از چنین شست بد نامنتهی 2355
  • Musa’nın öğüdünü kabul edersen sonu kötü olan böyle bir oltadan kurtulursun!
  • بس که خود را کرده‌ای بنده‌ی هوا ** کرمکی را کرده‌ای تو اژدها
  • Kendini hayli zamandır heva ve hevese kul, köle ettin... Yeter artık! Küçücük bir kurdu ejderha haline getirdin.
  • اژدها را اژدها آورده‌ام ** تا با صلاح آورم من دم به دم
  • Ben de senin ejderhana karşı ejderha getirttim... Onunla anbean seni ıslah etmek niyetindeyim.
  • تا دم آن از دم این بشکند ** مار من آن اژدها را بر کند
  • Onun nefesi, bunun nefesiyle tutulsun... Ejderham, o ejderhayı mahvetsin!
  • گر رضا دادی رهیدی از دو مار ** ورنه از جانت برآرد آن دمار
  • Eğer razı olursan iki yılandan da kurtulursun... Yok, razı olmazsan o ejderha, canını kökünden siler süpürür, seni mahveder!
  • گفت الحق سخت استا جادوی ** که در افکندی به مکر اینجا دوی 2360
  • Firavun dedi ki: Pek usta bir büyücüsün... Bu ülkeye bir ikiliktir saldın.
  • خلق یک‌دل را تو کردی دو گروه ** جادوی رخنه کند در سنگ و کوه
  • Gönlü bir olan halkı iki bölüğe ayırdın... Öyledir; büyücülük, dağa, taşa bile tesir eder... Onları bile yarar, yıkar.