English    Türkçe    فارسی   

4
558-567

  • دست نه و پای نه رو تا قدم ** آن چنانک تاخت جانها از عدم
  • Elsiz, ayaksız evveline evvel olmayan Allah’a kadar git... Canların, yoklukta elsiz ayaksız varlık âlemine koştukları gibi!
  • بردریدی در سخن پرده‌ی قیاس ** گر نبودی سمع سامع را نعاس
  • Duyan, gaflet uykusunda olmasaydı, can kulağı açık bulunsaydı sözde kıyas perdesini yırtardın ya!
  • ای فلک بر گفت او گوهر ببار ** از جهان او جهانا شرم دار 560
  • Ey felek, onun sözlerine inciler saç... Ey cihan, onun cihanından utan!
  • گر بباری گوهرت صد تا شود ** جامدت بیننده و گویا شود
  • Eğer inciler saçarsan incilerin yüz kat fazlalaşır... câmid cismin görür, sevilir bir hâle gelir.
  • پس نثاری کرده باشی بهر خود ** چونک هر سرمایه‌ی تو صد شود
  • O saçtığın incileri kendin için saçtın demektir... Çünkü her çeşit sermaye yüz misli artar!
  • قصه‌ی هدیه فرستادن بلقیس از شهر سبا سوی سلیمان علیه‌السلام
  • Belkis’in Sebe şehrinden Süleyman aleyhisselâm’a hediye göndermesi
  • هدیه‌ی بلقیس چل استر بدست ** بار آنها جمله خشت زر بدست
  • Belkıs’ın hediyesi kırk katır yükü altın kerpiçti.
  • چون به صحرای سلیمانی رسید ** فرش آن را جمله زر پخته دید
  • Hediyeleri getirenler, Süleyman’ın saray meydanına girince bir de gördüler ki yer, tamamı ile halis altınla döşenmiş!
  • بر سر زر تا چهل منزل براند ** تا که زر را در نظر آبی نماند 565
  • Altın üstünde tam kırk konaklık yol aldılar... Artık altın gözlerine su gibi bile görünmüyordu, o kadar ehemmiyetsiz bir hale gelmişti.
  • بارها گفتند زر را وا بریم ** سوی مخزن ما چه بیگار اندریم
  • Defalarca bu altınları, getirdiğimiz yere götürelim... Biz ne olmayacak iş yapıyoruz;
  • عرصه‌ای کش خاک زر ده دهیست ** زر به هدیه بردن آنجا ابلهیست
  • Toprağı bile halis altın olan bir yere hediye olarak altın götürmek aptallıktır dediler.