-
لاجرم سرگشته گشتیم از ضلال ** چون حقیقت شد نهان پیدا خیال
- Hasılı, azgınlıkla başımız dönmüş, şaşırıp kalmışız. Hakikat gizli olduğundan hayal meydana çıkmış.
-
این عدم را چون نشاند اندر نظر ** چون نهان کرد آن حقیقت از بصر 1035
- Bu yoku nasıl da gözümüzün önüne dikti? O hakikat, gözden nasıl oldu da gizlendi?
-
آفرین ای اوستاد سحرباف ** که نمودی معرضان را درد صاف
- Aferin ey büyüler yapan üstat! Senden çekinenlere tortulu suyu saf gösterdin!
-
ساحران مهتاب پیمایند زود ** پیش بازرگان و زر گیرند سود
- Büyücüler pazardakilerin gözleri önünde ay ışığını ölçüp biçerler de para alırlar, kar ederler.
-
سیم بربایند زین گون پیچ پیچ ** سیم از کف رفته و کرباس هیچ
- Bu ölçüp biçmeyle para kazanırlar. Halbuki alıcının elinden para da çıkar, kumaşı da kaybeder.
-
این جهان جادوست ما آن تاجریم ** که ازو مهتاب پیموده خریم
- Bu alemde büyücüdür. Biz, onda ticaret ediyoruz, ondan ölçülüp biçilen ay ışığını alıyoruz.
-
گز کند کرباس پانصد گز شتاب ** ساحرانه او ز نور ماهتاب 1040
- O, büyücü gibi acele,acele beş yüz arşın ay ışığı ölçer.
-
چون ستد او سیم عمرت ای رهی ** سیم شد کرباس نی کیسه تهی
- Fakat ey tutsak, ömrünün parasını aldın mıydı paradan da olursun, eline kumaş da geçmez, kesen de bomboş kalır.
-
قل اعوذت خواند باید کای احد ** هین ز نفاثات افغان وز عقد
- Sana “kul eüzü” yü okumak, ey tek Tanrı, lütfet, beni bu üfürüklerden koru, feryat bu düğümlerden!
-
میدمند اندر گره آن ساحرات ** الغیاث المستغاث از برد و مات
- O büyücü karılar düğümlere üfürürler. Onların şerrinden sana sığınırım ey imdada yetişen Tanrı, medet demek gerekir.