-
آن یکی زاهد شنود از مصطفی ** که یقین آید به جان رزق از خدا
- Bir zahit, Mustafa'dan "Herkesin rızkı Tanrıdan gelir.
-
گر بخواهی ور نخواهی رزق تو ** پیش تو آید دوان از عشق تو
- Dilesen de, dilemesen de rızkın, senin aşkınla koşa koşa gelir, sana ulaşır" sözünü duymuştu.
-
از برای امتحان آن مرد رفت ** در بیابان نزد کوهی خفت تفت
- Denemek için sahralara düştü, bir dağın dibine vardı, yatıp uyudu.
-
که ببینم رزق میآید به من ** تا قوی گردد مرا در رزق ظن
- Bakalım diyordu, rızkım gelecek mi? Şunu bir göreyim de bu husustaki inancım kuvvetlensin.
-
کاروانی راه گم کرد و کشید ** سوی کوه آن ممتحن را خفته دید 2405
- Bir kervan, yolunu kaybetti. Süre süre o adamın bulunduğu yere kadar geldi. Kervan halkı onu uyumuş görünce,
-
گفت این مرد این طرف چونست عور ** در بیابان از ره و از شهر دور
- Birisi bu adam neden böyle çölde yoldan ve şehirden uzak bir yerde çıplak bir halde yatıyor?
-
ای عجب مردهست یا زنده که او ** مینترسد هیچ از گرگ و عدو
- Hiçbir kurttan, hiçbir düşmandan korkmuyor. ölü mü acaba, yoksa diri mi? dedi.
-
آمدند و دست بر وی میزدند ** قاصدا چیزی نگفت آن ارجمند
- Kervan halkı gelip onu yakaladılar. O ulu er, mahsustan hiçbir şey söylemedi.
-
هم نجنبید و نجنبانید سر ** وا نکرد از امتحان هم او بصر
- Ne vücudunu oynattı, ne başını. Ne de gözünü açtı.
-
پس بگفتند این ضعیف بیمراد ** از مجاعت سکته اندر اوفتاد 2410
- Bunun üzerine bu zavallı zayıf, açlıktan ölüm haline gelmiş dediler.