-
اقرضوا الله اقرضوا الله میزنند ** بازگون بر انصروا الله میتنند
- "Tanrı'ya ödünç verin, Tanrı'ya ödünç verin" derler, işi tersine yürütürler de "Tanrı'ya yardım ederseniz Tanrı da size yardım eder" derler.
-
در به در این شیخ میآرد نیاز ** بر فلک صد در برای شیخ باز
- Bu şeyh de kapı kapı dolaşıp yalvarmadaydı. Halbuki şeyh için gökyüzünde yüzlerce kapı açıktı.
-
که آن گدایی که آن به جد میکرد او ** بهر یزدان بود نه از بهر گلو
- O dilenciliği boğazı için değil, Tanrı için yapıyordu. Bu işe iyice sarılmıştı.
-
ور بکردی نیز از بهر گلو ** آن گلو از نور حق دارد غلو
- Hattâ boğazı için bile dilense ne çıkar? O boğaz, Tanrı nuriyle dopdoluydu.
-
در حق او خورد نان و شهد و شیر ** به ز چله وز سه روزهی صد فقیر 2705
- Onun ekmek, bal ve süt yemesi, yüz yoksulun çilesinden, üç günde bir iftar ederek oruç tutmasından daha hayırlıydı.
-
نور مینوشد مگو نان میخورد ** لاله میکارد به صورت میچرد
- O, nur yer, ekmek yiyor deme. Görünüşte otlar, fakat hakikatte lâle eker.
-
چون شراری کو خورد روغن ز شمع ** نور افزاید ز خوردش بهر جمع
- Kandilin yağını yiyen alev gibi o da etrafındakileri aydınlatır, onların nurunu artırır.
-
نانخوری را گفت حق لاتسرفوا ** نور خوردن را نگفتست اکتفوا
- Tanrı, ekmek yiyene "israf etmeyin" dedi, nur yiyene "Artık kâfi" demedi.
-
آن گلوی ابتلا بد وین گلو ** فارغ از اسراف و آمن از غلو
- O boğaz, iptilâ boğazıdır, buysa israftan da. emin, ileri gidişten de.
-
امر و فرمان بود نه حرص و طمع ** آن چنان جان حرص را نبود تبع 2710
- Şeyhin bu hale düşmesi hırsından, tamahından değildi, buyruğa uymasındandı. Öyle can hırsa, tamaha uymaz ki.