-
جوع مر خاصان حق را دادهاند ** تا شوند از جوع شیر زورمند
- Açlığı, onunla güçlü kuvvetli aslan kesilsinler diye ancak Tanrı haslarına vermişlerdir.
-
جوع هر جلف گدا را کی دهند ** چون علف کم نیست پیش او نهند
- Açlığı, öyle her âdi yoksula nerden verecekler? Ot az değil a, önüne koyuverirler.
-
که بخور که هم بدین ارزانیی ** تو نهای مرغاب مرغ نانیی 2840
- Ye derler, sen ancak buna lâyıksın. Suda yüzen kuş değilsin sen, ekmek yiyen bir kuşsun.
-
حکایت مریدی کی شیخ از حرص و ضمیر او واقف شد او را نصیحت کرد به زبان و در ضمن نصیحت قوت توکل بخشیدش به امر حق
- Bir şeyhin, dervişin içini okuyup hırsını anlaması, ona dille nasihat vererekTanrı emriyle Tanrı'ya dayanma kuvvetini bağışlaması
-
شیخ میشد با مریدی بیدرنگ ** سوی شهری نان بدانجا بود تنگ
- Bir şeyh, müridiyle dara düşmüştü. Şehirde ekmek vardı, bulundukları yerde kıttı.
-
ترس جوع و قحط در فکر مرید ** هر دمی میگشت از غفلت پدید
- Müridin gönlünde açlık ve kıtlık korkusu, gafletinden her an artmaktaydı.
-
شیخ آگه بود و واقف از ضمیر ** گفت او را چند باشی در زحیر
- Şeyh biliyordu, müridin içinden geçeni anlamıştı. Ona dedi ki: Ne vakte dek bu elem, bu ıstırap içinde kalacaksın?
-
از برای غصهی نان سوختی ** دیدهی صبر و توکل دوختی
- Ekmek derdinden yanıp yakılıyorsun. Âdeta Tanrı'ya dayanma gözünü kapamışsın.
-
تو نهای زان نازنینان عزیز ** که ترا دارند بیجوز و مویز 2845
- Sen o yüce nazeninlerden değilsin ki sana ceviz ve kuru üzüm vermesinler.
-
جوع رزق جان خاصان خداست ** کی زبون همچو تو گیج گداست
- Açlık. Tanrı haslarının gıdasıdır. Senin gibi ahmak yoksul, nerden ona zebun olacak?
-
باش فارغ تو از آنها نیستی ** که درین مطبخ تو بینان بیستی
- Aldırış etme, sen onlardan değilsin ki bu mutfakta ekmeksiz beklıyesin.