-
بسته هر جوینده را که راه نیست ** هر خیالش پیش میآید بیست
- O, her arayanın yolunu, yol yok, diye keser. Onun hayali geldi mi, sana, dur, der.
-
جز مگر آن تیزکوش تیزهوش ** کش بود از جیش نصرتهاش جوش
- Ancak kulağı delik ve anlayışlı kişiyi durdurmaz. Çünkü o, Allah yardımı askerine sığınmış, o sayede coşup köpürmüştür.
-
نجهد از تخییلها نی شه شود ** تیر شه بنماید آنگه ره شود 370
- O, ne hayallerden ürker, sıçrar, ne de padişahlık taslar. Padişahın nişane olarak verdiği oku gösterir, yoluna gider.
-
این دل سرگشته را تدبیر بخش ** وین کمانهای دوتو را تیر بخش
- Allahm, bu şaşkın gönle bir ok bağışla, bu iki kat olmuş yaylara bir ok ver.
-
جرعهای بر ریختی زان خفیه جام ** بر زمین خاک من کاس الکرام
- Uluların içtikleri o gizli kadehten yeryüzüne bir yudumcuk saçtın.
-
هست بر زلف و رخ از جرعهش نشان ** خاک را شاهان همیلیسند از آن
- Güzellerin saçlarında, yüzlerinde o bir yudumcuk şarabın nişanesi var. Padişahlar, bu yüzden topraktan meydana gelen güzelleri yalar dururlar.
-
جرعه حسنست اندر خاک گش ** که به صد دل روز و شب میبوسیش
- Gece gündüz yüzlerce gönülle o topraktan meydana gelen güzeli öpüp durman, onda güzelliğin bir zerresi bulunduğundandır.
-
جرعه خاک آمیز چون مجنون کند ** مر ترا تا صاف او خود چون کند 375
- Seni, toprakla karışmış bir yudumcuk güzellik şarabı böyle deli divane ediyor, artık onun safı neler yapmaz?
-
هر کسی پیش کلوخی جامهچاک ** که آن کلوخ از حسن آمد جرعهناک
- Herkes bir kerpiç parçasının önünde yenini, yakasını yırtmakta. Halbuki o kerpiç, güzelliğin bir yudumcuğuna, bir zerreciğine sahip.
-
جرعهای بر ماه و خورشید و حمل ** جرعهای بر عرش و کرسی و زحل
- Ayda, güneşte, hamel burcunda bir yudumcuk güzellik şarabı var. Arşta kürsüde, zuhal yıldızında bir zerrecik güzellik var.