-
واستانیم آن که تا داند یقین ** خرمن آن ماست خوبان دانهچین
- Onu alalım da yakinen bilsin, harman bizimdir, güzellerse tanesini toplarlar.
-
تا بداند کان حلل عاریه بود ** پرتوی بود آن ز خورشید وجود
- Bilsin ki o süs, püs iğretidir. O varlık güneşinin bir ışığıdır.
-
آن جمال و قدرت و فضل و هنر ** ز آفتاب حسن کرد این سو سفر 985
- O güzellik, kudret, fazilet ve hüner, güzellik güneşindendir, bu tarafa gelmiş vurmuştur.
-
باز میگردند چون استارها ** نور آن خورشید ازین دیوارها
- O güneşin ışığı, yıldızlar gibi yine şu vurduğu duvarlardan çekilir gider.
-
پرتو خورشید شد وا جایگاه ** ماند هر دیوار تاریک و سیاه
- Güneşin ışığı gitti mi her duvar, kapkara, karanlık bir halde kala kalır.
-
آنک کرد او در رخ خوبانت دنگ ** نور خورشیدست از شیشهی سه رنگ
- Güzellerin yüzünde insanı hayran eden nur, üç renkli camdan vuran güneşin ışığıdır.
-
شیشههای رنگ رنگ آن نور را ** مینمایند این چنین رنگین بما
- Renk,renk camlar o nuru bize çeşit renkli göstermededir.
-
چون نماند شیشههای رنگرنگ ** نور بیرنگت کند آنگاه دنگ 990
- Renk,renk camlar kalmadı mı, o vakitler seni renksiz nur hayran eder.
-
خوی کن بیشیشه دیدن نور را ** تا چو شیشه بشکند نبود عمی
- Nuru, camsız görmeyi adet edin de cam kırılınca kör kalmayasın.
-
قانعی با دانش آموخته ** در چراغ غیر چشم افروخته
- Öğrenilmiş, bellenmiş bilgiye kani olmuş, gözünü başkasının nuru ile aydınlatmışsın.