-
وحیش آمد رحم حق غمخوار شد ** که فلان مشتاق تو بیمار شد
- Peygambere vahiy geldi, Allah merhameti dertlilere derman oldu, iştiyakını çeken Hilâl hastadır.
-
مصطفی بهر هلال با شرف ** رفت از بهر عیادت آن طرف 1155
- Mustafa kadri yüce Hilâl’i görmek, ona geçmiş olsun deyip hatırını sormak için o tarafa doğru yola çıktı.
-
در پی خورشید وحی آن مه دوان ** وآن صحابه در پیش چون اختران
- O ay, vahiy güneşinin ardına düşmüş, sahabe de yıldızlar gibi onun ardınca gitmedeydi.
-
ماه میگوید که اصحابی نجوم ** للسری قدوه و للطاغی رجوم
- Ay “Sahabem yıldızlara benzer. İyilere, doğru yolu gösterirler, azgınları taşlarlar” diyordu.
-
میر را گفتند که آن سلطان رسید ** او ز شادی بیدل و جان برجهید
- Beye, o padişah geldi dediler. Neşesinden çılgın bir halde yerinden sıçradı.
-
برگمان آن ز شادی زد دو دست ** کان شهنشه بهر او میر آمدست
- O padişahlar padişahını, kendisi için gelmiş sanıp sevinçten ellerini çırptı.
-
چون فرو آمد ز غرفه آن امیر ** جان همیافشاند پامزد بشیر 1160
- Aşağıya inip muştucuya canlar saçıyordu âdeta.
-
پس زمینبوس و سلام آورد او ** کرد رخ را از طرب چون ورد او
- Yeri öptü, selâm verdi. Yüzü, sevincinden gül gibi kızarmıştı.
-
گفت بسمالله مشرف کن وطن ** تا که فردوسی شود این انجمن
- Buyurun, dedi, yurdumuzu şereflendirin de burası cennete dönsün.
-
تا فزاید قصر من بر آسمان ** که بدیدم قطب دوران زمان
- Evim, gökyüzünden üstün olsun, çünkü zamanın kutbunu gördüm.