-
عارف شه بود چشمش لاجرم ** بر گشاد از معرفت لب با حشم
- Gözü, padişahı tanımış olduğundan bu tanışıklıkla ağzını açtı, tesirli bir suretle söze başladı;
-
گفت و هو معکم این شاه بود ** فعل ما میدید و سرمان میشنود
- Dedi ki: “Nerede olursanız olun, o sizinledir” dedikleri bu padişah işte. Bizim yaptığımızı görüyor, sırrımızı duyuyordu.
-
چشم من ره برد شب شه را شناخت ** جمله شب با روی ماهش عشق باخت
- Gözüm, geceleyin padişahı tanıdı; Bütün gece onun ay gibi yüzü ile aşk oyununa girişti.
-
امت خود را بخواهم من ازو ** کو نگرداند ز عارف هیچ رو
- Ben, ondan ümmetimi dileyecek, şefaatte bulunacağım. O, hiçbir âriften yüz çevirmez.
-
چشم عارف دان امان هر دو کون ** که بدو یابید هر بهرام عون 2860
- Bil ki ârifin gözü, iki âlemde de insana aman verir. Herkes, onunla yardıma nail olur.
-
زان محمد شافع هر داغ بود ** که ز جز شه چشم او مازاغ بود
- “Gözü Tanrı’dan başka bir şeye kaymadı” da onun için Muhammed, her derdin şefaatçisi oldu.
-
در شب دنیا که محجوبست شید ** ناظر حق بود و زو بودش امید
- Dünya gecesinde güneş, perde ardındayken o Tanrı’yı görüyordu, ümidi ondandı.
-
از الم نشرح دو چشمش سرمه یافت ** دید آنچ جبرئیل آن بر نتافت
- İki gözü de “Biz senin göğsünü açmadık mı, ferahlatmadık mı seni?” sürmesiyle sürmelemişti. Cebrail’in bile görmeye tahammül edemediğini o, gördü.
-
مر یتیمی را که سرمه حق کشد ** گردد او در یتیم با رشد
- Tanrı bir yetime sürme çekti mi onu, doğru yola girmiş eşsiz, iri bir inci haline getirir.
-
نور او بر ذرهها غالب شود ** آنچنان مطلوب را طالب شود 2865
- Nuru incilerden üstün olur. Öyle bir istenen, arzulanan, Tanrıyı ister, arzular.