- 
		   شه غلام او شد از علم و هنر  ** ملک علم از ملک حسن استودهتر    3105
- Bu bilgi ve hüner yüzünden padişah, ona kul oldu. Bilgi padişahlığı, güzellik saltanatından da üstün oldu ve takdir edildi.
- 
		  رجوع کردن به حکایت آن شخص وام کرده و آمدن او به امید عنایت آن محتسب سوی تبریز 
- Borçlu adamın, o muhtesibin yardımını umarak Tebriz’e gelmesi
- 
		    آن غریب ممتحن از بیم وام  ** در ره آمد سوی آن دارالسلام 
- O dertlere uğramış garip de borç korkusu ile yola düştü, o esenlik yurduna hareket etti.
- 
		    شد سوی تبریز و کوی گلستان  ** خفته اومیدش فراز گل ستان 
- Tebriz’e gül bahçelerinin yurduna yöneldi. Ve gül bahçesinde sırt üstü yatarak ümit uykusuna dalmıştı.
- 
		    زد ز دارالملک تبریز سنی  ** بر امیدش روشنی بر روشنی 
- Şimdi, yüce Tebriz ülkesinden, o saltanat yurdundan parlayıp aydınlanmakta, nura nur katmaktaydı.
- 
		    جانش خندان شد از آن روضهی رجال  ** از نسیم یوسف و مصر وصال 
- O erlerin oturduğu bahçeyi görünce canı gülüyor Yusuf’un kokusunu alıyor, vuslat Mısrını duyuyordu.
- 
		   گفت یا حادی انخ لی ناقتی  ** جاء اسعادی و طارت فاقتی    3110
- Dedi ki: Ey deveyi süren, devemi ıhlat, bana yardım geldi, yoksulluğun uçup gitti.
- 
		    ابرکی یا ناقتی طاب الامور  ** ان تبریزا مناخات الصدور 
- Çök ey devem, işler güzelleşti. Şüphe yok ki Tebriz, gönüllerin çöktükleri bir yurttur.
- 
		    اسرحی یا ناقتی حول الریاض  ** ان تبریزا لنا نعم المفاض 
- Ey devem bahçelerin kenarlarında yayıl. Tebriz, bize ne güzel de bir feyiz yeri ya!
- 
		    ساربانا بار بگشا ز اشتران  ** شهر تبریزست و کوی گلستان 
- Ey deveci develerin yükünü çöz. Burası Tebriz şehri, gül bahçelerinin bulunduğu yer.
- 
		    فر فردوسیست این پالیز را  ** شعشعهی عرشیست این تبریز را 
- Bu bağda cennet parlaklığı, cennet güzelliği var. Bu Tebriz’de arş nuru var.