-
خود کی کوبد این در رحمتنثار ** که نیابد در اجابت صد بهار
- Zaten rahmetler saçan bu kapıyı kim dövdü de Tanrı icabet etmedi; bu kapı açılıp ona yüzlerce bahar saçılmıştı?
-
خواب دید او هاتفی گفت او شنید ** که غنای تو به مصر آید پدید 4240
- Rüya gördü bir hatif ona dedi ki: Sen, Mısır’da zengin olacaksın.
-
رو به مصر آنجا شود کار تو راست ** کرد کدیت را قبول او مرتجاست
- Yürü Mısır’a git. İşin orada düzelecek. Tanrı niyazını kabul etti. O ricaları kabul eden Tanrıdır.
-
در فلان موضع یکی گنجی است زفت ** در پی آن بایدت تا مصر رفت
- Falan yerde büyük bir define var. onun için ta Mısır’a kadar gitmen gerek.
-
بیدرنگی هین ز بغداد ای نژند ** رو به سوی مصر و منبتگاه قند
- Ey köhne adam durmadan hemencecik Bağdat’tan kalk, Mısır’a şeker kamışlığına kadar git!
-
چون ز بغداد آمد او تا سوی مصر ** گرم شد پشتش چو دید او روی مصر
- Adam, Bağdat’tan kalkıp ta Mısır’a kadar gitti. Mısır’ı görünce sırtı kaşındı.
-
بر امید وعدهی هاتف که گنج ** یابد اندر مصر بهر دفع رنج 4245
- Sıkıntısını gidermek için hatifin vadine ümitlenerek Mısır’a gitti.
-
در فلان کوی و فلان موضع دفین ** هست گنجی سخت نادر بس گزین
- Hatif, falan mahallede falan yerde gömülü pek nadir, pek değerli bir define var demişti.
-
لیک نفقهش بیش و کم چیزی نماند ** خواست دقی بر عوامالناس راند
- Oraya kadar gitti ama az çok, hiçbir geçinecek parası pulu kalmadı. Halktan dilencilik etmeye niyet etti.
-
لیک شرم و همتش دامن گرفت ** خویش را در صبر افشردن گرفت
- Fakat yüzü tutmuyor, utanıyordu. Sabretti, üzülüp durdu.