-
معجزه همچون گواه آمد زکی ** بهر صدق مدعی در بیشکی 4350
- Mucize, dâva sahibinin doğruluğunu şüphesiz olarak ispat eden bir tanıktır.
-
طعن چون میآمد از هر ناشناخت ** معجزه میداد حق و مینواخت
- Hakikati tanıyamayanlar, peygamberleri kınadılar da Tanrı, o yüzden onlara lûtufta bulundu, mucizeler verdi.
-
مکر آن فرعون سیصد تو بده ** جمله ذل او و قمع او شده
- Firavun'un hilesi, üç yüz kattı. Fakat hepsi de kendisinin aşağılanmasına, kökünün kazınmasına sebeboldu.
-
ساحران آورده حاضر نیک و بد ** تا که جرح معجزهی موسی کند
- Musa'nın mucizesini bozmak, hiçlemek için iyi, kötü, bütün büyücüleri getirdi.
-
تا عصا را باطل و رسوا کند ** اعتبارش را ز دلها بر کند
- Bu suretle asa mucizesini bâtıl ve rüsvay etmek, gönüllerdeki itibarını, kökünden söküp çıkarmak diledi.
-
عین آن مکر آیت موسی شود ** اعتبار آن عصا بالا رود 4355
- Halbuki o hile, Musa'nın mucizesinin zuhuruna sebeboldu, asanın itibarını bir kat daha artırdı.
-
لشکر آرد او پگه تا حول نیل ** تا زند بر موسی و قومش سبیل
- Musa ile kavmini mahvetmek için Nil kıyısına kadar asker çekti.
-
آمنی امت موسی شود ** او به تحتالارض و هامون در رود
- Halbuki bu, Musa ümmetinin emin olmasına, kendisinin yerin dibine, helak çölüne gitmesine sebeboldu.
-
گر به مصر اندر بدی او نامدی ** وهم از سبطی کجا زایل شدی
- Firavun, Mısır'da kalsaydı, oraya gelmeseydi Musa kavminin vehmi, nasıl geçerdi?
-
آمد و در سبط افکند او گداز ** که بدانک امن در خوفست راز
- Ardlarına düştü, Musa kavmini âdeta eritti, yaktı yandırdı. Tanrı, bu suretle emniyet, bil ki korkudandır dedi.