-
گفت آن مرغ این سزای او بود ** که فسون زاهدان را بشنود
- Kuş dedi ki: Zâhitlerin afsununu dinleyenin lâyığı budur.
-
گفت زاهد نه سزای آن نشاف ** کو خورد مال یتیمان از گزاف
- Zâhit, hayır dedi, nahak yere yetimlerin malını yiyen kişinin lâyığıdır bu.
-
بعد از آن نوحهگری آغاز کرد ** که فخ و صیاد لرزان شد ز درد
- Kuş, bundan sonra öyle bir ağlayıp sızlanmaya koyuldu ki derdinden tuzak da titredi, avcı da.
-
کز تناقضهای دل پشتم شکست ** بر سرم جانا بیا میمال دست 560
- Kuş, gönlümdeki birbirine zıt şeyler yüzünden belim kırıldı diyordu; sevgili, gel de ellerinle başımı okşa.
-
زیر دست تو سرم را راحتیست ** دست تو در شکربخشی آیتیست
- Elinin altında oldukça başım rahatlaşır. Elin lûtuf ve ihsan hususunda bir delildir senin.
-
سایهی خود از سر من برمدار ** بیقرارم بیقرارم بیقرار
- Gölgeni başımdan çekme. Kararım kalmadı, kararım kalmadı, kararım kalmadı!
-
خوابها بیزار شد از چشم من ** در غمت ای رشک سرو و یاسمن
- Senin derdinle ey selvilerin, yaseminlerin haset ettikleri güzel, uyku gözlerimden usandı.
-
گر نیم لایق چه باشد گر دمی ** ناسزایی را بپرسی در غمی
- Lâyık değilsem bile ne olur, bir an olsun bu dertlere düşmüş, dermana lâyık olmayan kulun halini sorsan ne olur ki?
-
مر عدم را خود چه استحقاق بود ** که برو لطفت چنین درها گشود 565
- Yoklukta ne liyakat vardı ki sen ona bunca lûtuf kapılarını açtın.
-
خاک گرگین را کرم آسیب کرد ** ده گهر از نور حس در جیب کرد
- Uyuz bir toprağı, kerem ettin de insan haline getirdin; yenine, yakasına duygu nurlarından on inci doldurdun.