- 
		    سوی لطف بیوفایان هین مرو ** کان پل ویران بود نیکو شنو
 
		 
		 
	         
		 
		 
	       
	       
	       
		  - Vefasızlara gitme. Onlar; iyi dinle, yıkık köprüdür.
 
		  
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		    - 
		    گر قدم را جاهلی بر وی زند ** بشکند پل و آن قدم را بشکند
 
		 
		 
	         
		 
		 
	       
	       
	       
		  - Bilgisiz biri oraya ayak basarsa köprü de yıkılır, ayağı da kırılır.
 
		  
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		    - 
		    هر کجا لشکر شکسته میشود ** او دو سه سست مخنث میبود
 
		 
		 
	         
		 
		 
	       
	       
	       
		  - Asker, nerede bir bozgunluğa uğrarsa, iki, üç karı tabiatlı adamın yüzünden uğrar.
 
		  
	       
	    
	  
	    
	       
                 
	         
	         
		   - 
		   در صف آید با سلاح او مردوار ** دل بر او بنهند کاینک یار غار   2845
 
		 
	         
	         
	         
		 
	       
	       
	       
		  - O, erkek gibi silahlanıp savaş safına girer. Diğerleri de, işte tam dost diye ona güvenirler.
 
		  
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		    - 
		    رو بگرداند چو بیند زخمها ** رفتن او بشکند پشت ترا
 
		 
		 
	         
		 
		 
	       
	       
	       
		  - Fakat savaş zahmetlerini gördü mü yüz çevirir. Onun kaçışı senin manevi kuvvetini de kırar.
 
		  
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		    - 
		    این دراز است و فراوان میشود ** و آن چه مقصود است پنهان میشود
 
		 
		 
	         
		 
		 
	       
	       
	       
		  - Bu bahis, uzundur. Uzadıkça uzar, maksat da gizli kalır, geçelim.
 
		  
	       
	    
	  
	    
	       
	      
		  
		  - 
		  فریفتن منافقان پیغامبر را تا به مسجد ضرارش برند
 
	      
	       
	      
	       
	      
		  - Münafıkların Peygamber’i Mescid-i Dırâr’a götürmek için kandırmaya çalışmaları
 
		  
	      
	       
	      
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		    - 
		    بر رسول حق فسونها خواندند ** رخش دستان و حیل میراندند
 
		 
		 
	         
		 
		 
	       
	       
	       
		  - Halk Peygamber’e masallar okumakta; yalan dolan atını sürmekteydiler.
 
		  
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		    - 
		    آن رسول مهربان رحم کیش ** جز تبسم جز بلی ناورد پیش
 
		 
		 
	         
		 
		 
	       
	       
	       
		  - O merhametli, şefkatli Peygamber gülümseyerek ancak “Peki” diyebildi.
 
		  
	       
	    
	  
	    
	       
                 
	         
	         
		   - 
		   شکرهای آن جماعت یاد کرد ** در اجابت قاصدان را شاد کرد   2850
 
		 
	         
	         
	         
		 
	       
	       
	       
		  - O cemaatin teşekkür edilmesi icap eden işlerini anladı, icabet edeceğini söyleyerek haber getirenleri sevindirdi.
 
		  
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		    - 
		    مینمود آن مکر ایشان پیش او ** یک به یک ز آن سان که اندر شیر مو
 
		 
		 
	         
		 
		 
	       
	       
	       
		  - Onların hileleri gözünün önünde görünüp duruyor, o hileleri süt içinde kıl görür gibi birer, birer görüyordu.
 
		  
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		    - 
		    موی را نادیده میکرد آن لطیف ** شیر را شاباش میگفت آن ظریف
 
		 
		 
	         
		 
		 
	       
	       
	       
		  - Fakat o lütuf sahibi Peygamber, kılı görmemezlikten geliyor, o zarif kimse sütü övüyordu..
 
		  
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		    - 
		    صد هزاران موی مکر و دمدمه ** چشم خوابانید آن دم ز ان همه
 
		 
		 
	         
		 
		 
	       
	       
	       
		  - Yüz binlerce hile ve hud’a kıllarına o an gözünü yummuştu.
 
		  
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		    - 
		    راست میفرمود آن بحر کرم ** بر شما من از شما مشفقترم
 
		 
		 
	         
		 
		 
	       
	       
	       
		  - O kerem denizi doğru buyurmuştu: “Ben, sizi, sizden ziyade esirgerim,
 
		  
	       
	    
	  
	    
	       
                 
	         
	         
		   - 
		   من نشسته بر کنار آتشی ** با فروغ و شعلهی بس ناخوشی   2855
 
		 
	         
	         
	         
		 
	       
	       
	       
		  - Ben âdeta dehşetli surette alevlenmiş, yalınlanmış bir ateşin kıyısına oturmuş bir adama benzerim.
 
		  
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		    - 
		    همچو پروانه شما آن سو دوان ** هر دو دست من شده پروانه ران
 
		 
		 
	         
		 
		 
	       
	       
	       
		  - Siz pervane gibi o tarafa koşuyorsunuz. Ben de iki elimle pervane koymaktayım”
 
		  
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		    - 
		    چون بر آن شد تا روان گردد رسول ** غیرت حق بانگ زد مشنو ز غول
 
		 
		 
	         
		 
		 
	       
	       
	       
		  - Münafıkların dileği üzerine Peygamber, o tarafa yürüyünce Allah gayreti haykırdı: “Gul sesini dinleme,
 
		  
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		    - 
		    کاین خبیثان مکر و حیلت کردهاند ** جمله مقلوب است آنچ آوردهاند
 
		 
		 
	         
		 
		 
	       
	       
	       
		  - Bu habisler hile ettiler, söyledikleri sözlerin hepsi aykırıdır.
 
		  
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		    - 
		    قصد ایشان جز سیه رویی نبود ** خیر دین کی جست ترسا و جهود
 
		 
		 
	         
		 
		 
	       
	       
	       
		  - Maksatları kara yüzlülükten başka bir şey değildir. Hıristiyanlarla Yahudiler, en hayırlı dini nasıl olur da aralar?
 
		  
	       
	    
	  
	    
	       
                 
	         
	         
		   - 
		   مسجدی بر جسر دوزخ ساختند ** با خدا نرد دغاها باختند   2860
 
		 
	         
	         
	         
		 
	       
	       
	       
		  - Cehennem köprüsü üstüne bir köprü kurdular, Allah’a tavlada hileye giriştiler”
 
		  
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		    - 
		    قصدشان تفریق اصحاب رسول ** فضل حق را کی شناسد هر فضول
 
		 
		 
	         
		 
		 
	       
	       
	       
		  - Maksatları Peygamber’in sahabesinin arasını bozmaktı. Her herzevekil Hakk’ın fazıl ve ihsanını nasıl tanır?
 
		  
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		    - 
		    تا جهودی را ز شام اینجا کشند ** که به وعظ او جهودان سر خوشند
 
		 
		 
	         
		 
		 
	       
	       
	       
		  - Şam’dan buraya bir Yahudi getirmek niyetindeydiler. Yahudiler, o Şam’lı Yahudi’nin vaazından sarhoş olmuşlardı.
 
		  
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		    - 
		    گفت پیغمبر که آری لیک ما ** بر سر راهیم و بر عزم غزا
 
		 
		 
	         
		 
		 
	       
	       
	       
		  - Peygamber, “Gelmeğe gelirim ama şimdi yol üstündeyiz. Savaşa gidiyoruz.
 
		  
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		    - 
		    زین سفر چون باز گردم آن گهان ** سوی آن مسجد روان گردم روان
 
		 
		 
	         
		 
		 
	       
	       
	       
		  - Savaştan dönünce o mescide giderim” buyurdu;
 
		  
	       
	    
	  
	    
	       
                 
	         
	         
		   - 
		   دفعشان کرد و به سوی غزو تاخت ** با دغایان از دغا نردی بباخت   2865
 
		 
	         
	         
	         
		 
	       
	       
	       
		  - Onları defetti; savaşa gitti. O kötü, o yalancı kişileri bu suretle avuttu.
 
		  
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		    - 
		    چون بیامد از غزا باز آمدند ** چنگ اندر وعدهی ماضی زدند
 
		 
		 
	         
		 
		 
	       
	       
	       
		  - Dönünce münafıklar, tekrar gelip evvelki vaadini hatırlattılar.