English    Türkçe    فارسی   

3
1411-1435

  • آنچ می‌دیدم ز تو پارینه سال ** نیست این دم گرچه می‌بینم وصال
  • Geçen yıl senden aldığım zevki, şimdi vuslatına erişmiş olduğum halde alamıyorum.
  • من ازین چشمه زلالی خورده‌ام ** دیده و دل ز آب تازه کرده‌ام
  • Ben bu kaynaktan arı, duru su içtim, o suyla gözümü de yeniledim, gönlümü de.
  • چشمه می‌بینم ولیکن آب نی ** راه آبم را مگر زد ره‌زنی
  • Şimdi kaynağı görüyorum ama su yok. Yoksa suyolumu birisi mi kesti” dedi.
  • گفت پس من نیستم معشوق تو ** من به بلغار و مرادت در قتو
  • Mâşuk dedi ki: “Şu halde ben, senin sevgilin değilim. Ben Bulgar Türküyüm, sen Katu Türkü istiyorsun.
  • عاشقی تو بر من و بر حالتی ** حالت اندر دست نبود یا فتی 1415
  • Sen bana değil, bir hale âşıksın. Fakat yiğidim, hal elde kalmaz ki.
  • پس نیم کلی مطلوب تو من ** جزو مقصودم ترا اندرز من
  • Senin tamamıyla istediğin ben değilim. Âlemde istediğin şeyin bir kısımcağızı da ben de var.
  • خانه‌ی معشوقه‌ام معشوق نی ** عشق بر نقدست بر صندوق نی
  • Sevgilin değilim, sevgilinin eviyim. Hâlbuki aşk, peşindir, eldedir; sandıkta değil!
  • هست معشوق آنک او یکتو بود ** مبتدا و منتهاات او بود
  • Sevgili, tek olan sevgiliye derler. Gelişin de ondandır, sonuncu gidişin de ona!
  • چون بیابی‌اش نمانی منتظر ** هم هویدا او بود هم نیز سر
  • Onu buldun mu başkasını beklemezsin gayri. Ortada görünüp duran da odur, gizli olan da o!
  • میر احوالست نه موقوف حال ** بنده‌ی آن ماه باشد ماه و سال 1420
  • O hallere sahip bir hâkimdir, mahkûm değil. Aylar, yıllar, o ay yüzlünün kuludur, kölesidir.
  • چون بگوید حال را فرمان کند ** چون بخواهد جسمها را جان کند
  • Dilerse söyler, hâle ferman eder… Dilerse hükmeder, cisimleri can haline getirir.
  • منتها نبود که موقوفست او ** منتظر بنشسته باشد حال‌جو
  • Bekleyip duran, oturup hal arayan, hal bekleyen kişi, işin sonuna varmış değildir.
  • کیمیای حال باشد دست او ** دست جنباند شود مس مست او
  • Sona varan kişinin eli, hal kimyasıdır, elini oynattı mı bakır, sarhoş bir hale gelir, altın olur.
  • گر بخواهد مرگ هم شیرین شود ** خار و نشتر نرگس و نسرین شود
  • Dilerse söyler, hale ferman eder… Dilerse, hükdiken ve neşter, nerkis ve ağustos gülü kesilir.
  • آنک او موقوف حالست آدمیست ** کو بحال افزون و گاهی در کمیست 1425
  • Hâle mahkûm olansa hal gelince derecesi artan, halsiz kalınca rütbesi eksilen bir adamdır.
  • صوفی ابن الوقت باشد در منال ** لیک صافی فارغست از وقت و حال
  • Hulâsa sofi “İbn-al vakit” tir, fakat vakitten de kurtulmuştur, halden de.
  • حالها موقوف عزم و رای او ** زنده از نفخ مسیح‌آسای او
  • Haller, onun azmine onun reyine mahkûmdur. Haller, onun Mesih’in nefesine benzeyen nefesleriyle diridir.
  • عاشق حالی نه عاشق بر منی ** بر امید حال بر من می‌تنی
  • Sense hale âşıkısın, bana değil. Sen, bir hale sahip olmak ümidiyle benim etrafımda dönüp dolaşıyorsun.
  • آنک یک دم کم دمی کامل بود ** نیست معبود خلیل آفل بود
  • Bir an eksilen, bir an artıp kemâl bulan hal, Halil’in mâbudu olamaz, batar gider.
  • وانک آفل باشد و گه آن و این ** نیست دلبر لا احب افلین 1430
  • Batıp giden, gâh böyle, gâh şöyle olan güzel değildir, ben batıp gidenleri sevmem.
  • آنک او گاهی خوش و گه ناخوشست ** یک زمانی آب و یک دم آتشست
  • Bazen hoş, bazen nahoş olan, bir zaman su, bir zaman ateş kesilen,
  • برج مه باشد ولیکن ماه نه ** نقش بت باشد ولی آگاه نه
  • Ayın burcudur ama ay değil… Put gibi güzeldir, ama güzelliğinden haberi bile yok!
  • هست صوفی صفاجو ابن وقت ** وقت را همچون پدر بگرفته سخت
  • Saf sofi, "İbn-al vakit"tir ama vaktin babasıymış gibi vakti adamakıllı avucunun içine almıştır.
  • هست صافی غرق عشق ذوالجلال ** ابن کس نه فارغ از اوقات و حال
  • Bu çeşit sofi, tamamıyla ululuk sahibi Allah’ın nuruna gark olmuştur. Kimsenin oğlu değildir o… vakitlerden de kurtulmuştur, hallerden de!
  • غرقه‌ی نوری که او لم یولدست ** لم یلد لم یولد آن ایزدست 1435
  • Doğurmayan nura batmıştır. Doğmayan, doğurmayan zatsa ancak Allah’tır.