سحر کاهی را به صنعت که کند ** باز کوهی را چو کاهی میتند4070
Sihir, bazen sanatla samanı dağ gösterir, bazen dağı saman!
زشتها را نغز گرداند به فن ** نغزها را زشت گرداند به ظن
Gözbağcılıkla çirkinleri güzelleştirir, güzelleri, çirkin bir şekle sokar.
کار سحر اینست کو دم میزند ** هر نفس قلب حقایق میکند
Sihrin hali budur; afsunlar, üfürür, her an hakikatleri başka bir şekle çevirir.
آدمی را خر نماید ساعتی ** آدمی سازد خری را وآیتی
Bir an gelir, insanı eşek gösterir… Bir an gelir eşeği şaşılacak bir adam şekline bürür!
این چنین ساحر درون تست و سر ** ان فی الوسواس سحرا مستتر
İşte senin içinde böyle bir sihirbaz gizlidir. Vesveselerde daimî bir sihir kudreti vardır!
اندر آن عالم که هست این سحرها ** ساحران هستند جادوییگشا4075
Fakat bu sihirlerin hüküm sürdüğü âlemde öyle sihirbazlar da var ki sihirlerin hükmünü gideriverirler.
اندر آن صحرا که رست این زهر تر ** نیز روییدست تریاق ای پسر
Bu kuvvetli zehrin bittiği ovada tiryak da bitmiştir ey oğul!
گویدت تریاق از من جو سپر ** که ز زهرم من به تو نزدیکتر
Tiryak, sana “Gel, beni kendine siper et… Ben, sana zehirden daha yakınım.
گفت او سحرست و ویرانی تو ** گفت من سحرست و دفع سحر او
Onun sözü sihirdir, seni yıkar harap eder… Benim sözüm de sihir ama onun sihrini defeder” der!
مکرر کردن عاذلان پند را بر آن مهمان آن مسجد مهمان کش
Konuk öldüren mescide konuklamak isteyeni menetmeye kalkışanların tekrar ona öğüt vermeleri
گفت پیغامبر که ان فی البیان ** سحرا و حق گفت آن خوش پهلوان
O güzel yiğit, o Peygamber; “Sözde sihir hassası var” dedi, doğru da söyledi.
هین مکن جلدی برو ای بوالکرم ** مسجد و ما را مکن زین متهم4080
Ey kerem sahibi kendine gel, yiğitlik taslama, mescidimizi de töhmet altında bırakma, bizi de!
که بگوید دشمنی از دشمنی ** آتشی در ما زند فردا دنی
Bir düşman düşmanlığından bir söz söyler… Bir alçak, yarın bize bir ateştir salar…
که بتاسانید او را ظالمی ** بر بهانهی مسجد او بد سالمی
Onu zalimin birisi boğdu, mescidi de kurtulmak için bahane etti.
تا بهانهی قتل بر مسجد نهد ** چونک بدنامست مسجد او جهد
Mescidin adı çıkmış zaten. O da konuk, mescitte konukladı da öldü derler, ben de kurtulurum dedi, diyebilir.
تهمتی بر ما منه ای سختجان ** که نهایم آمن ز مکر دشمنان
Ey canı pek adam, bizi töhmet altında bırakma… Zaten düşmanların hilelerinden emin değiliz.
هین برو جلدی مکن سودا مپز ** که نتان پیمود کیوان را بگز4085
Hadi yürü, yiğitliğini bırak, bu ham sevdayı pişirmeye kalkışma. Zuhal yıldızı arşınla ölçülemez!
چون تو بسیاران بلافیده ز بخت ** ریش خود بر کنده یک یک لخت لخت
Senin gibi çokları bahttan, talihten dem vurdular ama sonunda birer birer, tutam tutam sakallarını yoldular!
هین برو کوتاه کن این قیل و قال ** خویش و ما را در میفکن در وبال
Aklını başına al da bu dedikoduyu kısa kes, yürü git… Kendini de vebale sokma, bizi de!”
جواب گفتن مهمان ایشان را و مثل آوردن بدفع کردن حارس کشت به بانگ دف از کشت شتری را کی کوس محمودی بر پشت او زدندی
Konuğun, onlara sırtına Sultan Mahmud’un davulu konmuş ve nöbet vurulması âdet olmuş deveyi bile defle kuşları kaçıran ekin bekçisinin kaçırdığını anlatarak misal getirmek suretiyle cevap vermesi
گفت ای یاران از آن دیوان نیم ** که ز لا حولی ضعیف آید پیم
Dedi ki: “Dostlar, ben bir Lâhavle’yle ürküp kaçacak şeytanlardan değilim.
کودکی کو حارس کشتی بدی ** طبلکی در دفع مرغان میزدی
Bir çocuk, ekin bekçiliği yapar ve yanındaki defi çalarak kuşları kaçırırdı.
تا رمیدی مرغ زان طبلک ز کشت ** کشت از مرغان بد بی خوف گشت4090
Kuşlar, o küçücük defin sesini duyup tarladan kaçarlar, ekinler de zararlı kuşlardan kurtulurdu.
چونک سلطان شاه محمود کریم ** برگذر زد آن طرف خیمهی عظیم
Kerem sahibi Sultan Mahmud’un yolu, o taraflara düştü, koca otağı o civara kuruldu.
با سپاهی همچو استارهی اثیر ** انبه و پیروز و صفدر ملکگیر
Gökteki yıldızlar kadar çok, talihleri aydın, saflar yaran, ülkeler alan ordusuyla oraya kondu.
اشتری بد کو بدی حمال کوس ** بختیی بد پیشرو همچون خروس
Bir de horoz gibi önde giden esrik bir deve vardı ki nöbet davulunu sırtına yüklemişlerdi.
بانگ کوس و طبل بر وی روز و شب ** میزدی اندر رجوع و در طلب
Nöbet, gidişte de onun sırtında vurulurdu, gelişe de.