English    Türkçe    فارسی   

3
4748-4772

  • بی تفکر پیش هر داننده هست ** آنک با شوریده شوراننده هست
  • Düşünceye hacet yok, her bilinene aşikârdır: Coşana elbette bir coşturan var!
  • حکایت عاشقی دراز هجرانی بسیار امتحانی
  • Uzun bir ayrılığa düşmüş, çok maceralar geçirmiş bir âşığın hikâyesi
  • یک جوانی بر زنی مجنون بدست ** می‌ندادش روزگار وصل دست
  • Bir delikanlı, kızın birine delicesine âşık olmuştu. Fakat bir türlü vuslat zamanı gelmiyordu.
  • بس شکنجه کرد عشقش بر زمین ** خود چرا دارد ز اول عشق کین 4750
  • Aşk ona yeryüzünde bir hayli işkenceler etmişti. Aşk neden, önce âşıka kinlenir?
  • عشق از اول چرا خونی بود ** تا گریزد آنک بیرونی بود
  • Neden, önce kanlı katil gibi davranır? Doğru âşık olmayan kaçsın, aşktan vazgeçsin diye!
  • چون فرستادی رسولی پیش زن ** آن رسول از رشک گشتی راه‌زن
  • O delikanlı da kadına birisini yollasa o yolladığı adam, hasedinden zavallının yolunu vururdu.
  • ور بسوی زن نبشتی کاتبش ** نامه را تصحیف خواندی نایبش
  • Sevgilisine bir mektup yazıp yollasa okuyan, kelimeleri yanlış okurdu.
  • ور صبا را پیک کردی در وفا ** از غباری تیره گشتی آن صبا
  • Sabah rüzgârını, vefatını arz etmek üzere gönderse rüzgâr, toza dumana gark olur, kararırdı.
  • رقعه گر بر پر مرغی دوختی ** پر مرغ از تف رقعه سوختی 4755
  • Kuşun kanadına bir kâğıt parçası bağlayıp uçursa kâğıttaki ateşli sözlerden kuşun kanadı yanardı.
  • راههای چاره را غیرت ببست ** لشکر اندیشه را رایت شکست
  • Allah’ın kıskançlığı çare yollarını bağlamış, düşünce askerinin bayrağını kırmıştı!
  • بود اول مونس غم انتظار ** آخرش بشکست کی هم انتظار
  • Önceleri bekleyiş, gamına munisti… Sonradan bekleyiş, o bekleyişi de kırdı, geçirdi, mahvetti!
  • گاه گفتی کین بلای بی‌دواست ** گاه گفتی نه حیات جان ماست
  • Gâh derdi ki: Bu derdin devası yok… Gâh derdi ki: Hayır… Bu dert bizim, canımıza can ve hayat!
  • گاه هستی زو بر آوردی سری ** گاه او از نیستی خوردی بری
  • Gâh varlığı galebe eder, bir şeyler yapmaya niyetlenirdi; gâh yokluğa düşer, yokluktan meyveler yer, gıdalanırdı.
  • چونک بر وی سرد گشتی این نهاد ** جوش کردی گرم چشمه‌ی اتحاد 4760
  • Nihayet bu hale bir çare bulamayıp ümitsizliğe düşünce birlik kaynağı kızıştı, coştu!
  • چونک با بی‌برگی غربت بساخت ** برگ بی‌برگی به سوی او بتاخت
  • Gurbet azıksızlığıyla azıklanınca azıksızlık azığı, çaresizlik çaresi, ona doğru koştu!
  • خوشه‌های فکرتش بی‌کاه شد ** شب‌روان را رهنما چون ماه شد
  • Düşünce salkımları çöpsüz bir hale geldi… O âşık, ay gibi gece yolcularına kılavuz kesildi!
  • ای بسا طوطی گویای خمش ** ای بسا شیرین‌روان رو ترش
  • Nice güzel sözlü dudular vardır ki susarlar… Nice tatlı özlüler vardır ki ekşi yüzlüdürler!
  • رو به گورستان دمی خامش نشین ** آن خموشان سخن‌گو را ببین
  • Yürü, bir an mezarlığa var da susarak otur. O söz söyleyip duran susmuşları gör!
  • لیک اگر یکرنگ بینی خاکشان ** نیست یکسان حالت چالاکشان 4765
  • Onların topraklarını bir renkte, bir halde görürsün ama halleri bir değildir ki!
  • شحم و لحم زندگان یکسان بود ** آن یکی غمگین دگر شادان بود
  • Dirilerin da yağları, etleri bir… Fakat birisi gamlı, öbürü neşeli!
  • تو چه دانی تا ننوشی قالشان ** زانک پنهانست بر تو حالشان
  • Sözlerini duymadıkça hallerini ne bileceksin. Halleri senden gizli kalır.
  • بشنوی از قال های و هوی را ** کی ببینی حالت صدتوی را
  • Söyletsen de sözlerinden ancak bir hay huydur duyarsın. Yüz kat gizli olan hallerini nereden göreceksin ki?
  • نقش ما یکسان بضدها متصف ** خاک هم یکسان روانشان مختلف
  • Bir olan suretimizde bile birbirine zıt vasıflar var. Toprak da bir ama ruhlar ayrı ayrı!
  • همچنین یکسان بود آوازها ** آن یکی پر درد و آن پر نازها 4770
  • Seslerde böyle… Ses olmak bakımından bir, fakat birisinin sesi dertli, öbürünün nazlı, edalı!
  • بانگ اسپان بشنوی اندر مصاف ** بانگ مرغان بشنوی اندر طواف
  • Savaşta atların kişnemelerini… Koşuşup uçuşurken kuşların cıvıltılarını duyarsın ya…
  • آن یکی از حقد و دیگر ز ارتباط ** آن یکی از رنج و دیگر از نشاط
  • Birisi kızgınlığından, hasedinden, öbürü arkadaşlarıyla birleşme yüzünden kişner, cıvıldar. Biri derdinden bağırır, öbürü neşesinden!