- Düşünceye hacet yok, her bilinene aşikârdır: Coşana elbette bir coşturan var!
- بی تفکر پیش هر داننده هست ** آنک با شوریده شوراننده هست
- Uzun bir ayrılığa düşmüş, çok maceralar geçirmiş bir âşığın hikâyesi
- حکایت عاشقی دراز هجرانی بسیار امتحانی
- Bir delikanlı, kızın birine delicesine âşık olmuştu. Fakat bir türlü vuslat zamanı gelmiyordu.
- یک جوانی بر زنی مجنون بدست ** میندادش روزگار وصل دست
- Aşk ona yeryüzünde bir hayli işkenceler etmişti. Aşk neden, önce âşıka kinlenir? 4750
- بس شکنجه کرد عشقش بر زمین ** خود چرا دارد ز اول عشق کین
- Neden, önce kanlı katil gibi davranır? Doğru âşık olmayan kaçsın, aşktan vazgeçsin diye!
- عشق از اول چرا خونی بود ** تا گریزد آنک بیرونی بود
- O delikanlı da kadına birisini yollasa o yolladığı adam, hasedinden zavallının yolunu vururdu.
- چون فرستادی رسولی پیش زن ** آن رسول از رشک گشتی راهزن
- Sevgilisine bir mektup yazıp yollasa okuyan, kelimeleri yanlış okurdu.
- ور بسوی زن نبشتی کاتبش ** نامه را تصحیف خواندی نایبش
- Sabah rüzgârını, vefatını arz etmek üzere gönderse rüzgâr, toza dumana gark olur, kararırdı.
- ور صبا را پیک کردی در وفا ** از غباری تیره گشتی آن صبا
- Kuşun kanadına bir kâğıt parçası bağlayıp uçursa kâğıttaki ateşli sözlerden kuşun kanadı yanardı. 4755
- رقعه گر بر پر مرغی دوختی ** پر مرغ از تف رقعه سوختی
- Allah’ın kıskançlığı çare yollarını bağlamış, düşünce askerinin bayrağını kırmıştı!
- راههای چاره را غیرت ببست ** لشکر اندیشه را رایت شکست
- Önceleri bekleyiş, gamına munisti… Sonradan bekleyiş, o bekleyişi de kırdı, geçirdi, mahvetti!
- بود اول مونس غم انتظار ** آخرش بشکست کی هم انتظار
- Gâh derdi ki: Bu derdin devası yok… Gâh derdi ki: Hayır… Bu dert bizim, canımıza can ve hayat!
- گاه گفتی کین بلای بیدواست ** گاه گفتی نه حیات جان ماست
- Gâh varlığı galebe eder, bir şeyler yapmaya niyetlenirdi; gâh yokluğa düşer, yokluktan meyveler yer, gıdalanırdı.
- گاه هستی زو بر آوردی سری ** گاه او از نیستی خوردی بری
- Nihayet bu hale bir çare bulamayıp ümitsizliğe düşünce birlik kaynağı kızıştı, coştu! 4760
- چونک بر وی سرد گشتی این نهاد ** جوش کردی گرم چشمهی اتحاد
- Gurbet azıksızlığıyla azıklanınca azıksızlık azığı, çaresizlik çaresi, ona doğru koştu!
- چونک با بیبرگی غربت بساخت ** برگ بیبرگی به سوی او بتاخت
- Düşünce salkımları çöpsüz bir hale geldi… O âşık, ay gibi gece yolcularına kılavuz kesildi!
- خوشههای فکرتش بیکاه شد ** شبروان را رهنما چون ماه شد
- Nice güzel sözlü dudular vardır ki susarlar… Nice tatlı özlüler vardır ki ekşi yüzlüdürler!
- ای بسا طوطی گویای خمش ** ای بسا شیرینروان رو ترش
- Yürü, bir an mezarlığa var da susarak otur. O söz söyleyip duran susmuşları gör!
- رو به گورستان دمی خامش نشین ** آن خموشان سخنگو را ببین
- Onların topraklarını bir renkte, bir halde görürsün ama halleri bir değildir ki! 4765
- لیک اگر یکرنگ بینی خاکشان ** نیست یکسان حالت چالاکشان
- Dirilerin da yağları, etleri bir… Fakat birisi gamlı, öbürü neşeli!
- شحم و لحم زندگان یکسان بود ** آن یکی غمگین دگر شادان بود
- Sözlerini duymadıkça hallerini ne bileceksin. Halleri senden gizli kalır.
- تو چه دانی تا ننوشی قالشان ** زانک پنهانست بر تو حالشان
- Söyletsen de sözlerinden ancak bir hay huydur duyarsın. Yüz kat gizli olan hallerini nereden göreceksin ki?
- بشنوی از قال های و هوی را ** کی ببینی حالت صدتوی را
- Bir olan suretimizde bile birbirine zıt vasıflar var. Toprak da bir ama ruhlar ayrı ayrı!
- نقش ما یکسان بضدها متصف ** خاک هم یکسان روانشان مختلف
- Seslerde böyle… Ses olmak bakımından bir, fakat birisinin sesi dertli, öbürünün nazlı, edalı! 4770
- همچنین یکسان بود آوازها ** آن یکی پر درد و آن پر نازها
- Savaşta atların kişnemelerini… Koşuşup uçuşurken kuşların cıvıltılarını duyarsın ya…
- بانگ اسپان بشنوی اندر مصاف ** بانگ مرغان بشنوی اندر طواف
- Birisi kızgınlığından, hasedinden, öbürü arkadaşlarıyla birleşme yüzünden kişner, cıvıldar. Biri derdinden bağırır, öbürü neşesinden!
- آن یکی از حقد و دیگر ز ارتباط ** آن یکی از رنج و دیگر از نشاط