English    Türkçe    فارسی   

4
2765-2789

  • این فروعست و اصولش آن بود ** که ترفع شرکت یزدان بود 2765
  • Bunlar fer'i lerdir. Asıllarıyla şudur: Yücelik, Allah' ya şirk koşmadır!
  • چون نمردی و نگشتی زنده زو ** یاغیی باشی به شرکت ملک‌جو
  • Ölmedin de onunla ditilmedin mi ona ortak olmaya, ülke ve devlet kazanmaya savaşan bir düşmansın!
  • چون بدو زنده شدی آن خود ویست ** وحدت محضست آن شرکت کیست
  • Fakat onunla dirildin mi, zaten dirilen odur... Bu, tam birliktir; nerde şerik oluş?
  • شرح این در آینه‌ی اعمال جو ** که نیابی فهم آن از گفت و گو
  • Fakat bunu işlerinin aynasında gör. Çünkü bunu sözle, dedikoduyla anlayamazsın!
  • گر بگویم آنچ دارم در درون ** بس جگرها گردد اندر حال خون
  • İçimdekini söylersem çok ciğerleri kan kesiliverir!
  • بس کنم خود زیرکان را این بس است ** بانگ دو کردم اگر در ده کس است 2770
  • Artık bu kadarını kâfi göreyim, zaten anlayanlara bu, yeter... Köyde kimse varsa iki kere seslendim işte!
  • حاصل آن هامان بدان گفتار بد ** این چنین راهی بر آن فرعون زد
  • Hâsılı Haman, o kötü sözlerle böyle bir yolu Firavun' a kesti!
  • لقمه‌ی دولت رسیده تا دهان ** او گلوی او بریده ناگهان
  • Devlet lokması da ağzına kadar gelmişti. Haman, Firavun'un boğazını kesiverdi!
  • خرمن فرعون را داد او به باد ** هیچ شه را این چنین صاحب مباد
  • Firavun'un harmanını o, yele verdi. Hiçbir padişahın böyle veziri olmasın!
  • نومید شدن موسی علیه‌السلام از ایمام فرعون به تاثیر کردن سخن هامان در دل فرعون
  • Musa aleyhisselâm'ın Haman'ın sözlerinin tesiriyle Firavun'un imana gelmesinden ümidini kesmesi
  • گفت موسی لطف بنمودیم وجود ** خود خداوندیت را روزی نبود
  • Musa dedi ki: Ben sana lütuflar gösterdim, cömertliklerde bulundum, fakat ne yapayım? Allah, sana kısmet etmemiş!
  • آن خداوندی که نبود راستین ** مر ورا نه دست دان نه آستین 2775
  • Hakikî olmayan padişahlığı ne el bil, ne yen!
  • آن خداوندی که دزدیده بود ** بی دل و بی جان و بی دیده بود
  • Çalma, çırpma padişahlık, cansız, gönülsüz ve gözsüzdür.
  • آن خداوندی که دادندت عوام ** باز بستانند از تو هم‌چو وام
  • Sana padişahlığı halk verdiyse borç alır gibi yine senden alır!
  • ده خداوندی عاریت به حق ** تا خداوندیت بخشد متفق
  • İğreti padişahlığı Allah' ya ver de Allah sana herkesin kabul edeceği hakikî bir padişahlık versin!
  • منازعت امیران عرب با مصطفی علیه‌السلام کی ملک را مقاسمت کن با ما تا نزاعی نباشد و جواب فرمودن مصطفی علیه‌السلام کی من مامورم درین امارت و بحث ایشان از طرفین
  • Arap beylerinin, ülkeyi ve devlet! Aramızda bölüşelim de kavga, gürültü kalmasın diye Mustafa aleyhisselâm'a müracaatları, Mustafa aleyhisselâm'ın "Ben, bu beyliği yapmaya memurum" diye cevap vermesi, iki tarafın da birbirleriyle bahse girişmeleri
  • آن امیران عرب گرد آمدند ** نزد پیغامبر منازع می‌شدند
  • Arap beyleri toplanıp Peygamber' in yanına gelerek çekişmeye başladılar.
  • که تو میری هر یک از ما هم امیر ** بخش کن این ملک و بخش خود بگیر 2780
  • Dediler ki: Sen bir beysin... Bizim de her birimiz birer beyiz! Şu beyliği bölüşelim, ülkenin sana düşen kısmını al!
  • هر یکی در بخش خود انصاف‌جو ** تو ز بخش ما دو دست خود بشو
  • Her birimiz, kendisine düşen bölüğe razı olsun; sen de artık bizim hissemizden el yıka!
  • گفت میری مر مرا حق داده است ** سروری و امر مطلق داده است
  • Peygamber dedi ki: Bana beyliği Allah verdi... O, bana başbuğluk ve mutlak bir beylik ihsan etti.
  • کین قران احمدست و دور او ** هین بگیرید امر او را اتقوا
  • Buyurdu ki: Bu devir, Ahmed’in devridir, bu zaman, Ahmed’in zamanı... Kendinize gelin de onun emrine uyun!
  • قوم گفتندش که ما هم زان قضا ** حاکمیم و داد امیریمان خدا
  • Kavim, biz de Allah’ın takdiri ile hükmediyoruz... Bize de beyliği veren Allah’tır dedi.
  • گفت لیکن مر مرا حق ملک داد ** مر شما را عاریه از بهر زاد 2785
  • Peygamber fakat dedi... Allah, bana beyliği bir mülk olarak verdi, sizeyse bir vesileyle iğreti.
  • میری من تا قیامت باقیست ** میری عاریتی خواهد شکست
  • Benim beyliğim kıyamete dek bakidir... İğreti beylikse çabucak geçip gider!
  • قوم گفتند ای امیر افزون مگو ** چیست حجت بر فزون‌جویی تو
  • Kavim “ey emîr... Çok söyleme; üstün olduğunu iddia ediyorsun, delilin nedir?” dediler.
  • در زمان ابری برآمد ز امر مر ** سیل آمد گشت آن اطراف پر
  • Derhal Allah’ın kahır emri ile gökyüzünde bir bulut peydahlandı. Sel bastı, bütün o civarı kapladı.
  • رو به شهر آورد سیل بس مهیب ** اهل شهر افغان‌کنان جمله رعیب
  • O pek korkunç sel şehre yüz tuttu... Şehirliler feryat ederek korkudan kaçışmaya başladılar.