English    Türkçe    فارسی   

4
3768-3792

  • چونک کرد الحاح بنمود اندکی ** هیبتی که که شود زومند کی
  • Peygamber, Cebrail'in asli suretiyle görünmesine ısrar edince Cebrail, birazcık göründü... fakat öyle heybetliydi ki dağ bile görse paramparça olurdu.
  • شهپری بگرفته شرق و غرب را ** از مهابت گشت بیهش مصطفی
  • Bir kanadı doğuydu, batıyı kaplayıverdi... Mustafa, görünce heybetinden kendinden geçti.
  • چون ز بیم و ترس بیهوشش بدید ** جبرئیل آمد در آغوشش کشید 3770
  • Cebrail Mustafa'yı korkusundan baygın bir halde görünce kucakladı, bağrına bastı.
  • آن مهابت قسمت بیگانگان ** وین تجمش دوستان را رایگان
  • O heybet, yabancıların nasibi... bu lûtufsa dostların kısmeti!
  • هست شاهان را زمان بر نشست ** هول سرهنگان و صارمها به دست
  • Padişahlar, tahtlarına, oturdular mı çevrelerinde ellerinde kılıçları bulunan heybetli çavuşlar bulunur.
  • دور باش و نیزه و شمشیرها ** که بلرزند از مهابت شیرها
  • Bu çavuşlarda sopalar, mızraklar, kılıçlar vardır... aslanlar bile onları görse heybetlerinden titrerler.
  • بانگ چاوشان و آن چوگانها ** که شود سست از نهیبش جانها
  • Çavuşların seslerinden, çevgânlarından canlar ürker, heybetlerinden herkes korkar!
  • این برای خاص وعام ره‌گذر ** که کندشان از شهنشاهی خبر 3775
  • Fakat bu yoldaki alelâde, yahut ileri gelen halka, padişahlar padişahından haber vermek içindir.
  • از برای عام باشد این شکوه ** تا کلاه کبر ننهند آن گروه
  • Bu heybet, halk ululanmasın, kimse başına ululuk külâhını giymesin diyedir, halka bir gösteriştir.
  • تا من و ماهای ایشان بشکند ** نفس خودبین فتنه و شر کم کند
  • Bu suretle onların benliğinin kırılması, kendini görüp beğenen nefsin, az fesatta bulunması, az kötülük etmesi istenir.
  • شهر از آن آمن شود کان شهریار ** دارد اندر قهر زخم و گیر و دار
  • Padişahın kahır zamanı kudreti ve gazabı bulunduğu bu suretle halka bildirilmiş olur da şehir emniyette kalır.
  • پس بمیرد آن هوسها در نفوس ** هیبت شه مانع آید زان نحوس
  • Böyle nefislerdeki kötülük hevesleri ölür... padişahın heybeti, o kötülüklere mâni olur.
  • باز چون آید به سوی بزم خاص ** کی بود آنجا مهابت یا قصاص 3780
  • Fakat padişah hususi meclislere geldi mi orada heybet mi kalır, kısas mı?
  • حلم در حلمست و رحمتها به جوش ** نشنوی از غیر چنگ و ناخروش
  • Padişah orada pek halimdir; merhametleri coşar... âlemde ancak çenkle neyin coşkunluğunu işitirsin.
  • طبل و کوس هول باشد وقت جنگ ** وقت عشرت با خواص آواز چنگ
  • Savaş zamanında heybetli davullar, kösler çalınır... işret zamanında da ileri gelenlerle konuşulur, çenk sesi duyulur.
  • هست دیوان محاسب عام را ** وان پری رویان حریف جام را
  • Halka soru, hesap divanı... peri yüzlü güzellere de şarap kadehi!
  • آن زره وآن خود مر چالیش‌راست ** وین حریر و رود مر تعریش‌راست
  • O zırh, o tulga savaşta giyilir... bu ipekli kumaşlarla çalgı padişahın sayvanında giyilip çalınır.
  • این سخن پایان ندارد ای جواد ** ختم کن والله اعلم بالرشاد 3785
  • Ey cömert er, bu sözün sonu yoktur... Allah, doğruyu daha iyi bilir ya, bitir artık bu sözü!
  • اندر احمد آن حسی کو غاربست ** خفته این دم زیر خاک یثربست
  • Hazreti Ahmet'teki o batmış olan duygu, şimdi Medine topraklarında uyumakta...
  • وآن عظیم الخلق او کان صفدرست ** بی‌تغیر مقعد صدق اندرست
  • Saflar yaran o ulu huysa hiç değişmemiş... doğruluk makamında!
  • جای تغییرات اوصاف تنست ** روح باقی آفتابی روشنست
  • Değişenler bedene ait sıfatlar... baki olan ruhsa apaydın bir güneş.
  • بی ز تغییری که لا شرقیة ** بی ز تبدیلی که لا غربیة
  • O hiç değişmez, hiç başka bir hale gelmez... çünkü ne doğudandır ne batıdan!
  • آفتاب از ذره کی مدهوش شد ** شمع از پروانه کی بیهوش شد 3790
  • Hiç güneş zerreden kendini kaybeder mi? Hiç ışık pervaneye bakıp da kendinden geçer mi?
  • جسم احمد را تعلق بد بدآن ** این تغیر آن تن باشد بدان
  • Hazreti Ahmet'in bedeninin o yüce ruhla alâkası vardı... bu değişme, bil ki bedene ait bir haldir.
  • هم‌چو رنجوری و هم‌چون خواب و درد ** جان ازین اوصاف باشد پاک و فرد
  • Hastalık gibi, uyku ve ağrı gibi... can bu sıfatlardan arıdır.