English    Türkçe    فارسی   

4
984-1008

  • وز چنان بانگ بلند و نعره‌ها ** که بمیلی می‌رسید از وی صدا
  • Sesi, bir millik mesafeye yetişecek kadar feryat ve figan ettiğini duyunca,
  • زود عبدالمطلب دانست چیست ** دست بر سینه همی‌زد می‌گریست 985
  • İşi anladı... eliyle göğsünü yumruklamaya, bağırıp ağlamaya koyuldu.
  • آمد از غم بر در کعبه بسوز ** کای خبیر از سر شب وز راز روز
  • Derken yana yakıla Kâbe kapısına gelip dedi ki: “Ey gece sırlarını da, gündüzün gizlenen işleri de bilen Allah!
  • خویشتن را من نمی‌بینم فنی ** تا بود هم‌راز تو هم‌چون منی
  • Kendimde bir hüner, bir marifet görmüyorum ki senin gibisiyle sırdaş olayım.
  • خویشتن را من نمی‌بینم هنر ** تا شوم مقبول این مسعود در
  • Kendimde bir ehliyet görmüyorum ki bu kutlu kapıda makbule geçeyim.
  • یا سر و سجده‌ی مرا قدری بود ** یا باشکم دولتی خندان شود
  • Ne başımda bir değer var, ne secdemde... Ne de ağlamamla bir devlet gülümser benim.
  • لیک در سیمای آن در یتیم ** دیده‌ام آثار لطفت ای کریم 990
  • Ancak o eşi bulunmaz tek incinin yüzünde senin lütuf eserlerini görmüşüm ey kerem sahibi Allah’ım.
  • که نمی‌ماند به ما گرچه ز ماست ** ما همه مسیم و احمد کیمیاست
  • O bizden ama bize benzemiyor... Biz hep bakırız, Ahmet kimya!
  • آن عجایبها که من دیدم برو ** من ندیدم بر ولی و بر عدو
  • Onda gördüğüm şaşılacak şeyleri ne bir dostta gördüm ben, ne bir düşmanda!
  • آنک فضل تو درین طفلیش داد ** کس نشان ندهد به صد ساله جهاد
  • Bu çocuğa ihsan ettiğin faziletleri, birisi yüzyıl mücadelede bulunsa elde edemez”, nişanesini bile bulamaz.
  • چون یقین دیدم عنایتهای تو ** بر وی او دریست از دریای تو
  • Senin ona olan inayetlerini iyice gördüm... Anladım ki o senin denizinin biricik incisi!
  • من هم او را می شفیع آرم به تو ** حال او ای حال‌دان با من بگو 995
  • Ben de işte sana onu şefaatçi getirmedeyim... Onun yüzü suyu hürmetine ey herkesin halini bilen Allah, o ne haldedir; bana bildir!
  • از درون کعبه آمد بانگ زود ** که هم‌اکنون رخ به تو خواهد نمود
  • Kâbe içinden derhal bir ses geldi: “şimdi sana yüz gösterecek!
  • با دو صد اقبال او محظوظ ماست ** با دو صد طلب ملک محفوظ ماست
  • O yüzlerce devletle bizden nasip almıştır... Yüzlerce bölük melek, onu korumadadır.
  • ظاهرش را شهره‌ی گیهان کنیم ** باطنش را از همه پنهان کنیم
  • Onun zahirini, âleme meşhur edeceğiz... bâtınını da herkes den gizleyeceğiz!
  • زر کان بود آب و گل ما زرگریم ** که گهش خلخال و گه خاتم بریم
  • Su ve toprak altın madeniydi; bizse kuyumcuyuz... Gâh onu halhal yaparız, gâh yüzük!
  • گه حمایلهای شمشیرش کنیم ** گاه بند گردن شیرش کنیم 1000
  • Gâh kılıç bağı yaparız... Gâh aslanın boynuna tasma!
  • گه ترنج تخت بر سازیم ازو ** گاه تاج فرقهای ملک‌جو
  • Gâh onu tahtı bezeyen turunç yaparız, gâh devlet isteyen padişahların başına taç ederiz!
  • عشقها داریم با این خاک ما ** زانک افتادست در قعده‌ی رضا
  • Bu toprakla aşklarımız vardır bizim... Çünkü o rıza ka’desine oturmuştur.
  • گه چنین شاهی ازو پیدا کنیم ** گه هم او را پیش شه شیدا کنیم
  • Gâh ondan böyle bir padişah çıkarırız... Gâh o padişahı da bir padişaha âşık ederiz!
  • صد هزاران عاشق و معشوق ازو ** در فغان و در نفیر و جست و جو
  • O topraktan yüz binlerce âşık, yüz binlerce maşuk yaratırız... Hepsi de feryad-ü figandadır, arayıp taramadadır!
  • کار ما اینست بر کوری آن ** که به کار ما ندارد میل جان 1005
  • Bizim işimize candan meyli olmayanın körlüğüne işimiz budur işte!
  • این فضیلت خاک را زان رو دهیم ** که نواله پیش بی‌برگان نهیم
  • Nevaleyi azıksızlar önüne koruz... İşte o yüzden toprağa bu faziletleri veririz biz.
  • زانک دارد خاک شکل اغبری ** وز درون دارد صفات انوری
  • Çünkü toprak, tozlu ve kapkara görünür ama içinde nurlu sıfatlar vardır.
  • ظاهرش با باطنش گشته به جنگ ** باطنش چون گوهر و ظاهر چو سنگ
  • Dış yüzü iç yüzüyle savaştadır... İç yüzü inci gibidir, dışı taşa benzer.