English    Türkçe    فارسی   

6
239-263

  • او مهذب گشته بود و آمده  ** کبر را و نفس را گردن زده 
  • O tertemiz bir hale gelmişti. Kibrin, nefsin boynunu vurmuştu.
  • یا پی تعلیم می‌کرد آن حیل  ** یا برای حکمتی دور از وجل  240
  • Ya o düzenleri halka bir şey öğretmek için yapıyor, yahut korkudan uzak bir hikmet yüzünden böyle bir harekette bulunuyordu.
  • یا که دید چارقش زان شد پسند  ** کز نسیم نیستی هستیست بند 
  • Yahut varlık, yokluk rüzgârları ile esip gelen bir bağ olduğundan her gün çarığını görmeyi istiyor,
  • تا گشاید دخمه کان بر نیستیست  ** تا بیاید آن نسیم عیش و زیست 
  • Bu suretle de yokluk definesinin üstüne kurulan yapının kapısını açmak, o zevk yaşayışının yelini bulmak diliyordu.
  • ملک و مال و اطلس این مرحله  ** هست بر جان سبک‌رو سلسله 
  • Bu kaynağın malı, mülkü, atlası, çabuk yürüyüp giden cana bir zincirdir.
  • سلسله‌ی زرین بدید و غره گشت  ** ماند در سوراخ چاهی جان ز دشت 
  • Buna kapılan, şu altın zinciri gördü de kapıldı, ruhu bir delik içinde kaldı, ovalara çıkamadı.
  • صورتش جنت به معنی دوزخی  ** افعیی پر زهر و نقشش گل رخی  245
  • Görünüşü cennet ama hakikatte bir cehennem. Üstü güllü nakışlarla bezenmiş bir zehirli yılan.
  • گرچه مؤمن را سقر ندهد ضرر  ** لیک هم بهتر بود زانجا گذر 
  • İnanan kişiye cehennem zarar vermez ama oradan geçmemek daha iyidir ya.
  • گرچه دوزخ دور دارد زو نکال  ** لیک جنت به ورا فی کل حال 
  • Cehennem ona bir zeval vermez. Vermez ama herhalde cennet, onun için daha hoştur ya.
  • الحذر ای ناقصان زین گلرخی  ** که بگاه صحبت آمد دوزخی 
  • Ey noksan kişiler, şu gül yüzlülerden sakının. Onlarla konuşmaya kalktınız, düşüp kalkmaya başladınız mı anlarsınız ki onlar cehennemdir.
  • حکایت غلام هندو کی به خداوندزاده‌ی خود پنهان هوای آورده بود چون دختر را با مهتر زاده‌ای عقد کردند غلام خبر یافت رنجور شد و می‌گداخت و هیچ طبیب علت او را در نمی‌یافت و او را زهره‌ی گفتن نه 
  • Bir Hintli köle, efendisinin kızına gizlice âşık olmuştu . Kızı, bir ulu adamın oğluna verdiler. Köle haber alınca hastalandı, yanıp yakılmaya başladı.Ne doktor,derdini anlıyordu,ne de onda söylemeye kudret vardı.
  • خواجه‌ای را بود هندو بنده‌ای  ** پروریده کرده او را زنده‌ای 
  • Zengin bir adamın Hintli bir kölesi vardı. Onu beslemiş, büyütmüş, Âdeta ölüyken diriltmişti.
  • علم و آدابش تمام آموخته  ** در دلش شمع هنر افروخته  250
  • Bilgi ve edep belletmiş, gönlünde hüner ışığını yakmıştı.
  • پروریدش از طفولیت به ناز  ** در کنار لطف آن اکرام‌ساز 
  • Çocukluğundan beri nazla yetiştirilmiş, o iyilikçi adam, onu lütuf kucağında büyütmüştü.
  • بود هم این خواجه را خوش دختری  ** سیم‌اندامی گشی خوش‌گوهری 
  • Bu zengin adamında güzel, gümüş bedenli, yaradılışı ahlâkı hoş bir kızı vardı.
  • چون مراهق گشت دختر طالبان  ** بذل می‌کردند کابین گران 
  • Kız, evlenme çağına girince kızı isteyenler, ona ağır nikâh parası vermeye başladılar.
  • می‌رسیدش از سوی هر مهتری  ** بهر دختر دم به دم خوزه‌گری 
  • Her ulu adamdan kız istemeye bir görücü geliyordu.
  • گفت خواجه مال را نبود ثبات  ** روز آید شب رود اندر جهات  255
  • Adam, malın sebatı yoktur, gece gelir, gündüz dağılıverir.
  • حسن صورت هم ندارد اعتبار  ** که شود رخ زرد از یک زخم خار 
  • Güzelliğin de değeri yoktur. Bir diken yarası ile renk solup sararıverir.
  • سهل باشد نیز مهترزادگی  ** که بود غره به مال و بارگی 
  • Büyük bir adamın oğlu olmak da bir şey değil. Bu çeşit gençler mala mülke gururlanır.
  • ای بسا مهتربچه کز شور و شر  ** شد ز فعل زشت خود ننگ پدر 
  • Nice büyük adamların oğulları vardır ki kötülükte bulunur, yaptığı kötü iş yüzünden babasına bir âr olur.
  • پر هنر را نیز اگر باشد نفیس  ** کم پرست و عبرتی گیر از بلیس 
  • Hünerli, bilgili kişi iyidir ama İblisten ibret al, ona da az tap.
  • علم بودش چون نبودش عشق دین  ** او ندید از آدم الا نقش طین  260
  • Onun da bilgisi vardı ama din aşkı yoktu, bu yüzden Âdem’in yalnız topraktan yaratılan suretini gördü.
  • گرچه دانی دقت علم ای امین  ** زانت نگشاید دو دیده‌ی غیب‌بین 
  • Ey emin kişi, bilgide ne kadar ileri gidersen git onunla gaybı gören gözün açılmaz ki!
  • او نبیند غیر دستاری و ریش  ** از معرف پرسد از بیش و کمیش 
  • Can gözü açık olmayan, sakaldan, sarıktan başka bir şey görmez, adamın ileri, yahut geri oluşunu, onu tarif edenden sorup öğrenir.
  • عارفا تو از معرف فارغی  ** خود همی‌بینی که نور بازغی 
  • Ey ârif, sen, birsini anlamak için onu bilen, söyleyip tarif eden kişiye müracaat etmezsin. Çünkü sen, doğmuş, parıl, parıl parlamakta olan bir nursun.