-
از قضا موشی و چغزی با وفا ** بر لب جو گشته بودند آشنا
- Tesadüf bu ya, bir fare, vefalı bir kurbağa ile su başında tanıştılar.
-
هر دو تن مربوط میقاتی شدند ** هر صباحی گوشهای میآمدند
- Her ikisi de bir buluşma zamanı tayin ettiler. Her sabah bir bucaktan çıkıyorlar,
-
نرد دل با همدگر میباختند ** از وساوس سینه میپرداختند
- Birbirleri ile gönül tavlası, oynuyorlar, gönüllerini vesveseden arıtıyorlardı.
-
هر دو را دل از تلاقی متسع ** همدگر را قصهخوان و مستمع 2635
- Bu buluşmadan ikisinin de gönlü ferahlıyor, birbirlerine hikâyeler anlatıyorlar, birini söylediğini öbürü dinliyordu.
-
رازگویان با زبان و بیزبان ** الجماعه رحمه را تاویل دان
- Gâh baş diliyle, gâh hal diliyle sırlarını ortaya koyuyorlar. “Topluluk rahmettir” sözünü tevil diyorlardı.
-
آن اشر چون جفت آن شاد آمدی ** پنج ساله قصهاش یاد آمدی
- O kötü mahlûk, kurbağa ile eş oldu mu neşeleniyor, beş yıllık vakaları hatırlıyordu.
-
جوش نطق از دل نشان دوستیست ** بستگی نطق از بیالفتیست
- Sözün coşması, ulanıp gitmesi, dostluk nişanesidir. Söz söyleyememekte ülfetsizliktendir.
-
دل که دلبر دید کی ماند ترش ** بلبلی گل دید کی ماند خمش
- Gönül, dilberi gördü mü nasıl olur da suratı ekşi bir halde kalır? Bülbül, gül görür de nasıl susar?
-
ماهی بریان ز آسیب خضر ** زنده شد در بحر گشت او مستقر 2640
- Kızarmış balık bile, Hızır’ın himmetiyle dirildi, denize sıçradı, orada karar kıldı.
-
یار را با یار چون بنشسته شد ** صد هزاران لوح سر دانسته شد
- Sevgili, sevgilisiyle beraber oturdu mu yüz binlerce sır levhini bilir.
-
لوح محفوظ است پیشانی یار ** راز کونینش نماید آشکار
- Sevgilinin alnı Levhi mahfuzdur. Dost, onun alnından iki âlemin sırrını da apaçık görür.
-
هادی راهست یار اندر قدوم ** مصطفی زین گفت اصحابی نجوم
- Dost kudümiyle âdeta yol kılavuzudur. Mustafa, bunun için, “Sahabem yıldıza benzer” demiştir.
-
نجم اندر ریگ و دریا رهنماست ** چشم اندر نجم نه کو مقتداست
- Yıldız çölde de kılavuzdur, denizde de. Yıldıza göz dik, o kılavuzdur, yol gösterir.
-
چشم را با روی او میدار جفت ** گرد منگیزان ز راه بحث و گفت 2645
- Gözünü onun yüzüne eş et. Onunla bahse girişmeye kalkma, bu çeşit hareketlerle toz koparma.
-
زانک گردد نجم پنهان زان غبار ** چشم بهتر از زبان با عثار
- Çünkü o tozla yıldız, görünmez olur. Halbuki göz, sürçen dilden elbette daha iyidir.
-
تا بگوید او که وحیستش شعار ** کان نشاند گرد و ننگیزد غبار
- Yalnız Tanrı’dan vahiy alan kişi söylerse o başka. Çünkü o toz koparmaz, tozu yatıştırır.
-
چون شد آدم مظهر وحی و وداد ** ناطقهی او علم الاسما گشاد
- Âdem, vahiy ve sevgiye mazhar olunca sözü “Allemel esmâ” sırrını açtı.
-
نام هر چیزی چنانک هست آن ** از صحیفهی دل روی گشتش زبان
- Her şeyin adı nasılsa öylece gönül sahifesinden diline aktı, her şeyi bildirdi.
-
فاش میگفتی زبان از ریتش ** جمله را خاصیت و ماهیتش 2650
- Her şeyi gönül gözü görmüştü, onun için hepsinin hassasını ve mahiyetini apaçık söylüyordu.
-
آنچنان نامی که اشیا را سزد ** نه چنانک حیز را خواند اسد
- Her şeye lâyık olan adı söyledi, puşta aslan demedi.
-
نوح نهصد سال در راه سوی ** بود هر روزیش تذکیر نوی
- Nuh da tam dokuz yüz yıl doğru yolda vaaz etti. Her gün yeni bir öğüt verdi.
-
لعل او گویا ز یاقوت القلوب ** نه رساله خوانده نه قوت القلوب
- Lâal dudakları, kalplerin yakutuydu. Ne risale okumuştu, ne de “Kuutül kulûb!”
-
وعظ را ناموخته هیچ از شروح ** بلک ینبوع کشوف و شرح روح
- Vaazlarını şerhlerden öğrenmiyordu. Sözleri, keşifler kaynağından coşuyordu, ruh şerhiydi.
-
زان میی کان می چو نوشیده شود ** آب نطق از گنگ جوشیده شود 2655
- Bir şarap var. O içildi mi söz suyu dilsizden bile kaynar, köpürür.
-
طفل نوزاده شود حبر فصیح ** حکمت بالغ بخواند چون مسیح
- Yeni doğan çocuk fasih söz söyler bir edip olur, Mesih gibi, ergen adamların hikmetini okur.