-
دل که دلبر دید کی ماند ترش ** بلبلی گل دید کی ماند خمش
- Gönül, dilberi gördü mü nasıl olur da suratı ekşi bir halde kalır? Bülbül, gül görür de nasıl susar?
-
ماهی بریان ز آسیب خضر ** زنده شد در بحر گشت او مستقر 2640
- Kızarmış balık bile, Hızır’ın himmetiyle dirildi, denize sıçradı, orada karar kıldı.
-
یار را با یار چون بنشسته شد ** صد هزاران لوح سر دانسته شد
- Sevgili, sevgilisiyle beraber oturdu mu yüz binlerce sır levhini bilir.
-
لوح محفوظ است پیشانی یار ** راز کونینش نماید آشکار
- Sevgilinin alnı Levhi mahfuzdur. Dost, onun alnından iki âlemin sırrını da apaçık görür.
-
هادی راهست یار اندر قدوم ** مصطفی زین گفت اصحابی نجوم
- Dost kudümiyle âdeta yol kılavuzudur. Mustafa, bunun için, “Sahabem yıldıza benzer” demiştir.
-
نجم اندر ریگ و دریا رهنماست ** چشم اندر نجم نه کو مقتداست
- Yıldız çölde de kılavuzdur, denizde de. Yıldıza göz dik, o kılavuzdur, yol gösterir.
-
چشم را با روی او میدار جفت ** گرد منگیزان ز راه بحث و گفت 2645
- Gözünü onun yüzüne eş et. Onunla bahse girişmeye kalkma, bu çeşit hareketlerle toz koparma.
-
زانک گردد نجم پنهان زان غبار ** چشم بهتر از زبان با عثار
- Çünkü o tozla yıldız, görünmez olur. Halbuki göz, sürçen dilden elbette daha iyidir.
-
تا بگوید او که وحیستش شعار ** کان نشاند گرد و ننگیزد غبار
- Yalnız Tanrı’dan vahiy alan kişi söylerse o başka. Çünkü o toz koparmaz, tozu yatıştırır.
-
چون شد آدم مظهر وحی و وداد ** ناطقهی او علم الاسما گشاد
- Âdem, vahiy ve sevgiye mazhar olunca sözü “Allemel esmâ” sırrını açtı.
-
نام هر چیزی چنانک هست آن ** از صحیفهی دل روی گشتش زبان
- Her şeyin adı nasılsa öylece gönül sahifesinden diline aktı, her şeyi bildirdi.
-
فاش میگفتی زبان از ریتش ** جمله را خاصیت و ماهیتش 2650
- Her şeyi gönül gözü görmüştü, onun için hepsinin hassasını ve mahiyetini apaçık söylüyordu.
-
آنچنان نامی که اشیا را سزد ** نه چنانک حیز را خواند اسد
- Her şeye lâyık olan adı söyledi, puşta aslan demedi.
-
نوح نهصد سال در راه سوی ** بود هر روزیش تذکیر نوی
- Nuh da tam dokuz yüz yıl doğru yolda vaaz etti. Her gün yeni bir öğüt verdi.
-
لعل او گویا ز یاقوت القلوب ** نه رساله خوانده نه قوت القلوب
- Lâal dudakları, kalplerin yakutuydu. Ne risale okumuştu, ne de “Kuutül kulûb!”
-
وعظ را ناموخته هیچ از شروح ** بلک ینبوع کشوف و شرح روح
- Vaazlarını şerhlerden öğrenmiyordu. Sözleri, keşifler kaynağından coşuyordu, ruh şerhiydi.
-
زان میی کان می چو نوشیده شود ** آب نطق از گنگ جوشیده شود 2655
- Bir şarap var. O içildi mi söz suyu dilsizden bile kaynar, köpürür.
-
طفل نوزاده شود حبر فصیح ** حکمت بالغ بخواند چون مسیح
- Yeni doğan çocuk fasih söz söyler bir edip olur, Mesih gibi, ergen adamların hikmetini okur.
-
از کهی که یافت زان می خوشلبی ** صد غزل آموخت داود نبی
- O şaraptan içip dudağını hoş bir hale getiren dağ, Davut peygamber gibi yüzlerce gazel öğrenir.
-
جمله مرغان ترک کرده چیک چیک ** همزبان و یار داود ملیک
- Bütün kuşlar, cik cik ötüşlerini bırakmışlar, padişah olan Davut’a uymuşlar, ona dost olmuşlar, onunla ırlamaya başlamışlardı.
-
چه عجب که مرغ گردد مست او ** هم شنود آهن ندای دست او
- Kuş bile onu duyup sarhoş olduktan sonra demir, onun sesini duymuş, bunda şaşılacak ne var?
-
صرصری بر عاد قتالی شده ** مر سلیمان را چو حمالی شده 2660
- Kasırga, Âd kavmini kırmış geçirmiş, fakat Süleyman’a hamal olmuş, onu sırtında taşımıştır.
-
صرصری میبرد بر سر تخت شاه ** هر صباح و هر مسا یک ماهه راه
- Kasırga, o padişahın tahtını yüklenmiş, her sabah, her akşam bir aylık yol götürmüştür.
-
هم شده حمال و هم جاسوس او ** گفت غایب را کنان محسوس او
- Hem ona hamal olmuş, hem casusluk yapmıştır. Uzakta olan birisini sözünü duydu mu,
-
باد دم که گفت غایب یافتی ** سوی گوش آن ملک بشتافتی
- Derhal gelir, o sözü Süleyman’ın kulağına fıslardı.