English    Türkçe    فارسی   

6
2926-2950

  • هرکه چون زنبور وحیستش نفل  ** چون نباشد خانه‌ی او پر عسل 
  • Gıdası, arı gibi vahiy olan kişinin evi, nasıl olur da balla dolu bulunmaz?
  • می‌چرد در نور گوهر آن بقر  ** ناگهان گردد ز گوهر دورتر 
  • Susığırı, yine o mücevherin ışığı ile otlar dururken ansızın mücevherden pek uzağa düştü.
  • تاجری بر در نهد لجم سیاه  ** تا شود تاریک مرج و سبزه‌گاه 
  • Bir tâcir, bunu görüp otlağın, çayırın kararması için mücevheri balçıkla örttü.
  • پس گریزد مرد تاجر بر درخت  ** گاوجویان مرد را با شاخ سخت 
  • Kendisi ağacın arasına gizlendi. Sığır kuvvetli boynuzları ile onu süsmek için bir hayli aradı.
  • بیست بار آن گاو تازد گرد مرج  ** تا کند آن خصم را در شاخ درج  2930
  • Düşmanı boynuzlamak için o çayırın etrafını belki yirmi kere döndü, dolaştı.
  • چون ازو نومید گردد گاو نر  ** آید آنجا که نهاده بد گهر 
  • Düşmanını bulmadan ümit kesince mücevheri koyduğu yere geldi.
  • لجم بیند فوق در شاه‌وار  ** پس ز طین بگریزد او ابلیس‌وار 
  • Fakat o iri, o padişahlara lâyık mücevherin üstündeki balçığı görünce şeytan gibi o da balçıktan korktu.
  • کان بلیس از متن طین کور و کرست  ** گاو کی داند که در گل گوهرست 
  • Şeytan bile toprağı anlamadıktan, toprağa karşı kör ve sağır kesildikten sonra artık toprakta mücevher olduğunu öküz, nereden bilecek?
  • اهبطوا افکند جان را در حضیض  ** از نمازش کرد محروم این محیض 
  • "İnin" emri ile canı bu aşağılık yeryüzüne indirdi. Bu hayız hali, onu namazdan mahrum etti.
  • ای رفیقان زین مقیل و زان مقال  ** اتقوا ان الهوی حیض الرجال  2935
  • Yoldaşlar, bu dertten kaçın, bu dedikodudan çekinin. Çünkü heva ve heves, erkeklerin hayzıdır.
  • اهبطوا افکند جان را در بدن  ** تا به گل پنهان بود در عدن 
  • “İnin” emri, canı bedene soktu da Âdem incisi, toprakta gizlendi.
  • تاجرش داند ولیکن گاو نی  ** اهل دل دانند و هر گل‌کاو نی 
  • Onu tâcir bilir, fakat öküz bilmez. Gönül ehli olanlar anlarlar, fakat her toprak kazan anlamaz.
  • هر گلی که اندر دل او گوهریست  ** گوهرش غماز طین دیگریست 
  • İçinde mücevher bulunan topraktaki o mücevher, öbür toprağın da sırrını söylemektedir.
  • وان گلی کز رش حق نوری نیافت  ** صحبت گلهای پر در بر نتافت 
  • Fakat Tanrı rahmetinin saçısından bir nur elde etmemiş olan toprak, inciyle, mücevherle dolu olan toprakların sohbetini anlamaz.
  • این سخن پایان ندارد موش ما  ** هست بر لبهای جو بر گوش ما  2940
  • Bu söze son yoktur. Faremiz, ırmak kıyısında bizi bekliyor, kulağı bizde.
  • رجوع کردن به قصه‌ی طلب کردن آن موش آن چغز را لب‌لب جو و کشیدن سر رشته تا چغز را در آب خبر شود از طلب او 
  • Farenin, ırmak kıyısında kurbağayı görmek isteyince ipi çekmesi
  • آن سرشته‌ی عشق رشته می‌کشد  ** بر امید وصل چغز با رشد 
  • Fare, doğru yolu bulmuş olan kurbağa ile buluşmak isteyince o aşk ipini çekerdi.
  • می‌تند بر رشته‌ی دل دم به دم  ** که سر رشته به دست آورده‌ام 
  • Anbean elime böyle bir vasıta, böyle bir vesile geçirdim diye o ipe güvenirdi.
  • هم‌چو تاری شد دل و جان در شهود  ** تا سر رشته به من رویی نمود 
  • Can ve gönül de bu geçeli, görüşmek için artık bir ipliğe döndü âdeta derdi.
  • خود غراب البین آمد ناگهان  ** بر شکار موش و بردش زان مکان 
  • Derken ansızın bir alaca karga geldi, fareyi yakaladı. Kurbağa da onunla beraber havalandı.
  • چون بر آمد بر هوا موش از غراب  ** منسحب شد چغز نیز از قعر آب  2945
  • Fare karganın gagasında havalanınca kurbağa da ona bağlı olduğundan onunla beraber sudan çıktı.
  • موش در منقار زاغ و چغز هم  ** در هوا آویخته پا در رتم 
  • Fare, karganın gagasındaydı, kurbağa da ipe bağlı olduğundan havalanmaktaydı.
  • خلق می‌گفتند زاغ از مکر و کید  ** چغز آبی را چگونه کرد صید 
  • Halksa hele bak diyordu, karga, hileyle suda yaşayan kurbağayı nasıl da avladı.
  • چون شد اندر آب و چونش در ربود  ** چغز آبی کی شکار زاغ بود 
  • Nasıl suya girdi, nasıl da onu kaptı? Suda yaşayan kurbağa, nasıl olur da alaca kargaya avlanır?
  • چغز گفتا این سزای آن کسی  ** کو چو بی‌آبان شود جفت خسی 
  • Kurbağa, bu, suda yaşamayan susuz hayvanlar gibi, aşağılık bir mahluka eş olanın lâyığıdır.
  • ای فغان از یار ناجنس ای فغان  ** هم‌نشین نیک جویید ای مهان  2950
  • Feryat adamın kendi cinsinden olmayan dostundan, feryat. Ey “ulu” lar, sizinle düşüp kalkacak iyi bir dost arayın, diyordu.