English    Türkçe    فارسی   

6
3740-3764

  • صورت دیوار و سقف هر مکان  ** سایه‌ی اندیشه‌ی معمار دان  3740
  • Her yurdun duvar tavan ve sair suretlerini mimarın düşüncesinin gölgesi bil.
  • گرچه خود اندر محل افتکار  ** نیست سنگ و چوب و خشتی آشکار 
  • Düşünce zamanında taş, tahta ve kerpiç meydanda değildir ama bu, böyledir.
  • فاعل مطلق یقین بی‌صورتست  ** صورت اندر دست او چون آلتست 
  • Dilediği gibi iş yapan suretsizliktir. Suret, onun elinde bir alete benzer.
  • گه گه آن بی‌صورت از کتم عدم  ** مر صور را رو نماید از کرم 
  • Bazı, bazı o suretsiz varlık, yokluk gizliliğinden kerem eder, suretlere yüz gösterir.
  • تا مدد گیرد ازو هر صورتی  ** از کمال و از جمال و قدرتی 
  • Her suret ondan yardım görür. Bu suretle onun yüceliğinden güzelliğinden kudretinden var olur.
  • باز بی‌صورت چو پنهان کرد رو  ** آمدند از بهر کد در رنگ و بو  3745
  • Derken yine suretsiz varlık, yüzünü gizler. Suretler ihtiyaçlarından renk ve koku aleminde dilenciliğe başlarlar.
  • صورتی از صورت دیگر کمال  ** گر بجوید باشد آن عین ضلال 
  • Bu suret başka bir suretten yücelik dilerse bu, yol azıtmanın, sapıklığın ta kendisidir.
  • پس چه عرضه می‌کنی ای بی‌گهر  ** احتیاج خود به محتاجی دگر 
  • A cevhersiz şu halde neden ihtiyacını başka bir ihtiyaç sahibine arz edersin.
  • چون صور بنده‌ست بر یزدان مگو  ** ظن مبر صورت به تشبیهش مجو 
  • Mademki suretler kuldur, Tanrı’ya suret deme. Onu suret sanma, onu bir şeye benzetmeye kalkışma.
  • در تضرع جوی و در افنای خویش  ** کز تفکر جز صور ناید به پیش 
  • Yalvar yakar kendini yok etmeye savaş. Çünkü düşünceden suretlerden başka bir şey meydana gelmez.
  • ور ز غیر صورتت نبود فره  ** صورتی کان بی‌تو زاید در تو به  3750
  • Başka bir suretle gelişmiyor, semirmiyorsan sende, sen yokken doğan suret elbette daha iyidir.
  • صورت شهری که آنجا می‌روی  ** ذوق بی‌صورت کشیدت ای روی 
  • Bir şehre gider, o şehrin suretine ulaşırsın. A yolcu, seni oraya çeken suretsizliktir.
  • پس به معنی می‌روی تا لامکان  ** که خوشی غیر مکانست و زمان 
  • Mana bakımından, hatta mekansızlık alemine kadar da gidersin. Çünkü zevk ve hoşluk, mekan ve zaman aleminden gayrı bir alemdir.
  • صورت یاری که سوی او شوی  ** از برای مونسی‌اش می‌روی 
  • Bir sevgilinin suretine gidersin, onunla eş olmaya, arkadaşlık etmeye can atarsın.
  • پس بمعنی سوی بی‌صورت شدی  ** گرچه زان مقصود غافل آمدی 
  • Maksattan gafilsin ama mana bakımından suretsizliğe gittin yine.
  • پس حقیقت حق بود معبود کل  ** کز پی ذوقست سیران سبل  3755
  • Şu halde hakikatte herkesin taptığı Hak’tır. Çünkü yollara gidenler zevk için giderler suretsizliğe doğru yürürler.
  • لیک بعضی رو سوی دم کرده‌اند  ** گرچه سر اصلست سر گم کرده‌اند 
  • Ama bazıları yüzlerini kuyruğa tutmuşlardır. Baş, asıldır ama başı kaybetmişlerdir onlar.
  • لیک آن سر پیش این ضالان گم  ** می‌دهد داد سری از راه دم 
  • Baş, bu sapıklar tarafından kaybedilmiştir. Fakat baş, kuyruk yolundan başlık eder.
  • آن ز سر می‌یابد آن داد این ز دم  ** قوم دیگر پا و سر کردند گم 
  • O, baştan imdat görür, bu kuyruktan. Bir tayfa vardır ki onlar başı da kaybetmişlerdir, kuyruğu da.
  • چونک گم شد جمله جمله یافتند  ** از کم آمد سوی کل بشتافتند 
  • Hepsi ve her şey kayboldu mu hepsini ve her şeyi bulurlar. Her varlığı her sureti yok etmeye yolundan, külle koşup ulaşırlar.
  • دیدن ایشان در قصر این قلعه‌ی ذات الصور نقش روی دختر شاه چین را و بیهوش شدن هر سه و در فتنه افتادن و تفحص کردن کی این صورت کیست 
  • Şehzadelerin Zatüssuver kalesindeki köşkte Çin padişahinin kızının resmini görmeleri, üçünün de kendisinden geçmesi, ona aşık olması, Bu kimin resmi? diye arayıp sormaları.
  • این سخن پایان ندارد آن گروه  ** صورتی دیدند با حسن و شکوه  3760
  • Bu söze son yoktur. Şehzadeler, kalede pek güzel pek alımlı bir resim gördüler.
  • خوب‌تر زان دیده بودند آن فریق  ** لیک زین رفتند در بحر عمیق 
  • Bundan daha güzel kız görmüşlerdi ama bu resmi görünce derin bir denize daldılar sanki.
  • زانک افیونشان درین کاسه رسید  ** کاسه‌ها محسوس و افیون ناپدید 
  • Çünkü onlara bu kase içinde afyon verilmişti bir kere. Kaseler görünür de o afyon görünmez.
  • کرد فعل خویش قلعه‌ی هش‌ربا  ** هر سه را انداخت در چاه بلا 
  • Hüş-Rüba kalesi, yapacağını yaptı. Her üçünü de bela kuyusuna attı.
  • تیر غمزه دوخت دل را بی‌کمان  ** الامان و الامان ای بی‌امان 
  • Bakış oku yaysız olarak gönüle geldi saplandı. Ey aman bilmez aman, aman!