English    Türkçe    فارسی   

6
4636-4660

  • پس معرف گفت پور آن پدر  ** این برادر زان برادر خردتر 
  • Muarrif, dedi ki: Bu da o babanın oğlu. Bu, onun küçük kardeşi.
  • شه نوازیدش که هستی یادگار  ** کرد او را هم بدان پرسش شکار 
  • Padişah, sen bize ondan armağansın dedi. Bu soruşla onu da avladı.
  • از نواز شاه آن زار حنیذ  ** در تن خود غیر جان جانی بدیذ 
  • O yanıp kebap olan şehzadenin bedeninde, padişahın iltifatı üzerine evvelki candan başka bir can belirdi.
  • در دل خود دید عالی غلغله  ** که نیابد صوفی آن در صد چله 
  • Gönlünde öyle yüce bir feyiz gördü ki sofi, onu yüzlerce çileye bile elde edemez.
  • عرصه و دیوار و کوه سنگ‌بافت  ** پیش او چون نار خندان می‌شکافت  4640
  • Ören, duvar, dağdaki madenler.... Her şey, onun önünde nar gibi yanlıyordu.
  • ذره ذره پیش او هم‌چون قباب  ** دم به دم می‌کرد صدگون فتح باب 
  • Her şey, anbean ona karşı zerre zerre yarılmada, kubbeler gibi yarılıp ona yüzlerce kapı açılmadaydı.
  • باب گه روزن شدی گاه شعاع  ** خاک گه گندم شدی و گاه صاع 
  • Kapı, gah pencere haline gelmede, gah nur halini almadaydı. Toprak, gah buğday oluyordu, gâh kile.
  • در نظرها چرخ بس کهنه و قدید  ** پیش چشمش هر دمی خلق جدید 
  • Gözlere pek köhne, pek kuru bir halde görünen gök; onun gözü önünde her an yeni bir surette yarılmadaydı.
  • روح زیبا چونک وا رست از جسد  ** از قضا بی شک چنین چشمش رسد 
  • Güzelim ruh, kalıptan kurtulunca insana takdir, böyle bir göz verir elbet.
  • صد هزاران غیب پیشش شد پدید  ** آنچ چشم محرمان بیند بدید  4645
  • Gayb âlemine ait yüz binlerce şey, gözünün önünde aşikâr oldu. Mahremlerin gözü neleri görüyorsa onun gözü de gördü.
  • آنچ او اندر کتب بر خوانده بود  ** چشم را در صورت آن بر گشود 
  • Kitaplarda okumuş olduğu şeyler, suretlere bürünüp gözüne görünmeye başladı.
  • از غبار مرکب آن شاه نر  ** یافت او کحل عزیزی در بصر 
  • O er, padişahın atının tozundan gözüne kadri yüce bir sürme çekmişti.
  • برچنین گلزار دامن می‌کشید  ** جزو جزوش نعره زن هل من مزید 
  • Böyle bir gül bahçesinde eteğini sürmede, her cüzü, daha yok mu diye naralar atmadaydı.
  • گلشنی کز بقل روید یک دمست  ** گلشنی کز عقل روید خرمست 
  • Yeşilliklerden, çiçeklerden meydana gelen bahçe bir an içindir. Fakat akıldan meydana gelen gül bahçesi, daimî olarak yeşildir, güzeldir, hoştur.
  • گلشنی کز گل دمد گردد تباه  ** گلشنی کز دل دمد وافر حتاه  4650
  • Topraktan biten güller, mahvolur gider. Gönülde biten güller daimîdir ve ne hoştur!
  • علم‌های با مزه‌ی دانسته‌مان  ** زان گلستان یک دو سه گل‌دسته دان 
  • Bizim öğrendiğimiz o tatlı bilgiler, bil ki o gül bahçesinden bir, iki, üç demetten ibarettir.
  • زان زبون این دو سه گل دسته‌ایم  ** که در گلزار بر خود بسته‌ایم 
  • Gül bahçesinin kapısını kendimize kapatmışızdır da onun için bu iki üç demete zebun olmuşuzdur.
  • آن‌چنان مفتاح‌ها هر دم بنان  ** می‌فتد ای جان دریغا از بنان 
  • Yazıklar olsun, öyle bir bahçenin anahtarları, ekmek yüzünden elimizden düşüp gidiyor.
  • ور دمی هم فارغ آرندت ز نان ** گرد چادر گردی و عشق زنان
  • Bir an olsa da seni ekmek derdinden kurtarsalar, o vakit de çarşafların etrafında dönüp dolaşmaya başlar, kadın sevdasına düşersin.
  • باز استسقات چون شد موج‌زن  ** ملک شهری بایدت پر نان و زن  4655
  • Derken birden iştahın açılır, dilek denizin dalgalanmaya başlar. O vakit de ekmekle ve kadınla dolu bir şehir gerek sana.
  • مار بودی اژدها گشتی مگر  ** یک سرت بود این زمانی هفت‌سر 
  • Yılandın, galiba ejderha oldun. Bir başın vardı, şimdi yedi başın var!
  • اژدهای هفت‌سر دوزخ بود  ** حرص تو دانه‌ست و دوزخ فخ بود 
  • Yedi başlı ejderha cehennemdir. Hırsın tanedir, cehennemse tuzak.
  • دام را بدران بسوزان دانه را  ** باز کن درهای نو این خانه را 
  • Tuzağı yırt, taneyi yak. Bu evin kapılarını aç.
  • چون تو عاشق نیستی ای نرگدا  ** هم‌چو کوهی بی‌خبر داری صدا 
  • Mademki ey erkek, yoksun, âşık değilsin; dağ gibi habersizce ses verip durursun.
  • کوه را گفتار کی باشد ز خود  ** عکس غیرست آن صدا ای معتمد  4660
  • Dal, kendiliğinden ses verir mi hiç? Ey inanılır adam, o ses, başkasının sesinin aksidir.