-
نیستش بر خر نشاندن مجتهد ** نقش هیزم را کسی بر خر نهد
- Bunu eşeğe bindirmenin şeriatta yeri yok. Sopanın resmini eşeğe bindiren var mıdır hiç?
-
بر نشست او نه پشت خر سزد ** پشت تابوتیش اولیتر سزد
- Onu eşeğe değil, tabuta bindirmek daha doğru, daha yerinde.
-
ظلم چه بود وضع غیر موضعش ** هین مکن در غیر موضع ضایعش
- Zulüm nedir? Bir şeyi lâyık olduğu yere koymamak. Sen de onu, ona lâyık olan yerden başka bir yere koyup zâyi etme.
-
گفت صوفی پس روا داری که او ** سیلیم زد بیقصاص و بیتسو
- Sofi dedi ki: Peki, hiçbir suçum, günahım yokken bana bir sille vurmasını reva görüyor musun?
-
این روا باشد که خر خرسی قلاش ** صوفیان را صفع اندازد بلاش 1560
- Demek ki bir değirmen eşeği, hiçbir suçu olmayan sofiye bir sille aşk edebilir ha?
-
گفت قاضی تو چه داری بیش و کم ** گفت دارم در جهان من شش درم
- Kadı, zayıf adama, az çok paran var mı? diye sordu. Adam, dünyada yalnız altı kuruşum var, deyince,
-
گفت قاضی سه درم تو خرج کن ** آن سه دیگر را به او ده بیسخن
- Peki dedi, üç kuruşunu sen harcan, üç kuruşunu da hiç lâf etmeden ver bu adama.
-
زار و رنجورست و درویش و ضعیف ** سه درم در بایدش تره و رغیف
- O da zayıf, yok yoksul bir adam. Üç kuruşla kendine ekmek katık alır.
-
بر قفای قاضی افتادش نظر ** از قفای صوفی آن بد خوبتر
- Hasta adamın gözü kadının ensesine ilişti. Baktı ki onun kellesi, sofininkinden daha hoş.
-
راست میکرد از پی سیلیش دست ** که قصاص سیلیم ارزان شدست 1565
- Vurduğum sillenin cezası ucuz deyip vurmak için elini kaldırdı.
-
سوی گوش قاضی آمد بهر راز ** سیلیی آورد قاضی را فراز
- Kadının yanına gidip kulağına bir şey söyleyecek gibi yaptı, ensesine bir hudayi sille aşketti.
-
گفت هر شش را بگیرید ای دو خصم ** من شوم آزاد بی خرخاش و وصم
- Dedi ki: Altı kuruşu bölüşün ben de hırıltıdan gürültüden kurtulayım!
-
طیره شدن قاضی از سیلی درویش و سرزنش کردن صوفی قاضی را
- Kadının bundan kızması,sofinin ona sitemde bulunması
-
گشت قاضی طیره صوفی گفت هی ** حکم تو عدلست لاشپک نیست غی
- Kadı kızınca sofi, hey dedi. Şüphe yok ki senin hükmün adalettir, azgınlık değil.
-
آنچ نپسندی به خود ای شیخ دین ** چون پسندی بر برادر ای امین
- Ey din şeyhi, ey emin adam! Kendine yapılmasını istemediğin şeyi kardeşine nasıl hükmediyorsun?
-
این ندانی که می من چه کنی ** هم در آن چه عاقبت خود افکنی 1570
- Bilmiyor musun ki benim için kuyu kazarsan nihayet kendin düşersin.
-
من حفر برا نخواندی از خبر ** آنچ خواندی کن عمل جان پدر
- “Kim kardeşine kuyu kazarsa kendi düşer” hadisini okumadın mı? Okuduysan a babasının kuzusu önce o hükme sen uy.
-
این یکی حکمت چنین بد در قضا ** که ترا آورد سیلی بر قفا
- Kafana bir sille inmesine sebep olan şu tek hükmün yok mu? Eğer öbür hükümlerin de böyleyse,
-
وای بر احکام دیگرهای تو ** تا چه آرد بر سر و بر پای تو
- Vay senin hükümlerine. Kim bilir onlar da başına, ayağına ne dertler getirir?
-
ظالمی را رحم آری از کرم ** که برای نفقه بادت سه درم
- Bir zalime, sana harcamak için üç kuruş lâzım diye acırsın ha.
-
دست ظالم را ببر چه جای آن ** که بدست او نهی حکم و عنان 1575
- Acımanın yeri mi? Zalimin elini kes. Halbuki sen, hükmü, dizgini o zalimin eline veriyorsun.
-
تو بدان بز مانی ای مجهولداد ** که نژاد گرگ را او شیر داد
- Sen ey adaleti bilinmez adam, kurt yavrusuna süt veren keçiye benziyorsun!
-
جواب دادن قاضی صوفی را
- Kadının sofiye cevap vermesi
-
گفت قاضی واجب آیدمان رضا ** هر قفا و هر جفا کارد قضا
- Kadı dedi ki: Kaza ve kaderden gelen her silleye her cefaya razı olmamız gerek.
-
خوشدلم در باطن از حکم زبر ** گرچه شد رویم ترش کالحق مر
- Alnımızın yazısına içten razıyım, yüzüm ekşidi ama hoş gör; hak, acıdır.
-
این دلم باغست و چشمم ابروش ** ابر گرید باغ خندد شاد و خوش
- Gönlüm bağdır, gözüm buluta benzer. Bulut ağladı mı bağ güler, neşelenir, hoş bir hale gelir.
-
سال قحط از آفتاب خیرهخند ** باغها در مرگ و جان کندن رسند 1580
- Kıtlık yılında gülüp duran güneşin yüzünden bağlar, bahçeler ölüm haline girer, can çekişirler.
-
ز امر حق وابکوا کثیرا خواندهای ** چون سر بریان چه خندان ماندهای
- Allah’nın “Çok ağlayın” emrini okumuşsundur. Peki, ne diye pişmiş kelle gibi sırıtıp kaldın ya?
-
روشنی خانه باشی همچو شمع ** گر فرو پاشی تو همچون شمع دمع
- Mum gibi daima göz yaşı dökersen mum gibi evi aydınlatmış olursun.
-
آن ترشرویی مادر یا پدر ** حافظ فرزند شد از هر ضرر
- Ananın, yahut babanın ekşi suratı,çocuğu her zarardan korur.
-
ذوق خنده دیدهای ای خیرهخند ** ذوق گریه بین که هست آن کان قند
- Ey sersem sersem gülüp duran, gülmenin zevkini gördün, bir de ağlamanın zevkini seyret. O, şeker madenidir.
-
چون جهنم گریه آرد یاد آن ** پس جهنم خوشتر آید از جنان 1585
- Seni cehennem ağlatırsa onu anmak, sana cennetten hoştur.
-
خندهها در گریهها آمد کتیم ** گنج در ویرانهها جو ای سلیم
- Gülmeler, ağlamalarda gizlidir. Ey sâf ve temiz kişi, defineyi yıkık yerlerde ara.
-
ذوق در غمهاست پی گم کردهاند ** آب حیوان را به ظلمت بردهاند
- Zevk gamlardadır. Onların izini kaybetmişler, abıhayatı karanlıklara çekip götürmüşlerdir.
-
بازگونه نعل در ره تا رباط ** چشمها را چار کن در احتیاط
- Yolda konak yerine kadar tersine nal izleri var. İhtiyatlı ol gözünü dört aç.
-
چشمها را چار کن در اعتبار ** یار کن با چشم خود دو چشم یار
- İbret gözünü dört aç. Sevgilinin iki gözünü de kendi gözlerine dost et.
-
امرهم شوری بخوان اندر صحف ** یار را باش و مگوش از ناز اف 1590
- Kuran’dan “Onlar, işlerini danışarak yaparlar” âyetini oku. Sevgiliyle dost ol, nazlanarak of deme.
-
یار باشد راه را پشت و پناه ** چونک نیکو بنگری یارست راه
- Dost, yolda arkadır,sığınaktır. İyice bakarsan görürsün ki yol sevgiliden ibarettir.
-
چونک در یاران رسی خامش نشین ** اندر آن حلقه مکن خود را نگین
- Dostlara, sevdiklere ulaştın mı sus, otur. O halkaya kendini yüzük taşı yapmaya kalkışma.
-
در نماز جمعه بنگر خوش به هوش ** جمله جمعند و یکاندیشه و خموش
- Aklını başına devşir de Cuma namazına bak. Herkes toplanmıştır, bir düşüncededir, susup dururlar.
-
رختها را سوی خاموشی کشان ** چون نشان جویی مکن خود را نشان
- Varını yoğunu sükût diyarına çek. Nişan arıyorsan kendini nişane yapmaya kalkışma.
-
گفت پیغامبر که در بحر هموم ** در دلالت دان تو یاران را نجوم 1595
- Peygamber dedi ki: Bil ki karanlıkta yıldızlar nasıl yol gösterirse dostlar da elemler, sıkıntılar denizinde öyle yol gösterir.
-
چشم در استارگان نه ره بجو ** نطق تشویش نظر باشد مگو
- Gözü yıldızlara dik, yol ara. Söz, bakışı bulandırır, sus, söylenme.
-
گر دو حرف صدق گویی ای فلان ** گفت تیره در تبع گردد روان
- İki doğru söz söyledin mi, uydurma söz de ona uyar, ulanır gider.
-
این نخواندی کالکلام ای مستهام ** فی شجون حره جر الکلام
- Söz, sözü açar derler; hiç duymadın mı bu lâfı?
-
هین مشو شارع در آن حرف رشد ** که سخن زو مر سخن را میکشد
- Sakın doğru söze de girişeyim deme. Çünkü söz, doğrudan eğriye gidiverir.
-
نیست در ضبطت چو بگشادی دهان ** از پی صافی شود تیره روان 1600
- Ağzını açtın mı artık söz, senin elinde değildir. Sâf sözün ardından bulanık söz de akar.
-
آنک معصوم ره وحی خداست ** چون همه صافست بگشاید رواست
- Fakat Allah vahyinin yolunda mâsum olanın sözleri, tamımı ile sâftır, onun için böyle dam ağzını açar, söze başlarsa caizdir.
-
زانک ما ینطق رسول بالهوی ** کی هوا زاید ز معصوم خدا
- Çünkü peygamber, kendi heva ve hevesinden söz söylemez. Allah mâsumundan heva ve heves doğar mı hiç?
-
خویشتن را ساز منطیقی ز حال ** تا نگردی همچو من سخرهی مقال
- Hal sahibi ol da söz söyle; bu suretle de benim gibi söze düşkün olma!
-
سال کردن آن صوفی قاضی را
- Sofinin, kadıdan sorusu
-
گفت صوفی چون ز یک کانست زر ** این چرا نفعست و آن دیگر ضرر
- Sofi dedi ki: Mademki altın, bir madendendir. Neden bunda fayda var, onda zarar?
-
چونک جمله از یکی دست آمدست ** این چرا هوشیار و آن مست آمدست 1605
- Hepsi bir elden geldiği halde neden bunun aklı başında, öbürü sarhoş?