-
تو نظر داری ولیک امعانش نیست ** چشمهی افسرده است و کرده ایست 2180
- Gözün var ama anlayışın yok. Âdeta donmuş bir kaynak, bir et parçası.
-
زین همی گوید نگارندهی فکر ** که بکن ای بنده امعان نظر
- Bunun içindir ki düşünceleri meydana getiren, bezeyen Tanrı, ey kul, anlayışlı bir surette bak demektedir.
-
آن نمیخواهد که آهن کوب سرد ** لیک ای پولاد بر داود گرد
- Soğuk demiri döv demiyor, bunu istemiyor, fakat ey demir, hiç olmazsa Davut’un yanında dön dolaş!
-
تن بمردت سوی اسرافیل ران ** دل فسردت رو به خورشید روان
- Bedenin ölmüş, İsrafil’in yanına koş. Gönlün donmuş, yürüyüp giden güneşe git.
-
در خیال از بس که گشتی مکتسی ** نک بسوفسطایی بدظن رسی
- Hayallerden öyle libaslara büründün ki neredeyse kötü zanlı Sofestailere karışacaksın.
-
او خود از لب خرد معزول بود ** شد ز حس محروم و معزول از وجود 2185
- Sofestai’de zaten akıl yoktu. Bu yüzden duygudan da oldu, varlıktan da mahrum kaldı.
-
هین سخنخا نوبت لبخایی است ** گر بگویی خلق را رسوایی است
- Kendine gel, şimdi söz çiğnemek devri. Söylersen halka rezil rüsva olursun.
-
چیست امعان چشمه را کردن روان ** چون ز تن جان رست گویندش روان
- İm’an ne demektir? Kaynaktan su akıtmak. Bedenden can gitti mi o cana “giden revan” derler.
-
آن حکیمی را که جان از بند تن ** باز رست و شد روان اندر چمن
- Canı beden bağından çözüp kurtararak çayırlığa, çimenliğe salıveren hakîm.
-
دو لقب را او برین هر دو نهاد ** بهر فرق ای آفرین بر جانش باد
- Hayatla ruhu ayırt etmek için ona bu iki lâkabı taktı. Bunu fark edenin canına aferin!
-
در بیان آنک بر فرمان رود ** گر گلی را خار خواهد آن شود 2190
- Bu suretle de Tanrı fermanına uyan, dilerse gülü diken, dikeni gül yapan kişideki ruhu anlattı.
-
معجزهی هود علیه السلام در تخلص مومنان امت به وقت نزول باد
- Azap yeli estiği zaman Hûd Aleyhisselâm’ın inanmış Ümmetini kurtarması ve mucize göstermesi
-
مومنان از دست باد ضایره ** جمله بنشستند اندر دایره
- İnananlar, o zararlı yelin elinden kaçmışlar, hepsi bir daire içine sığınmışlardı.
-
یاد طوفان بود و کشتی لطف هو ** بس چنین کشتی و طوفان دارد او
- Yel, âdeta tûfandı, onun lütfu da gemi. Onun bu çeşit nice gemileri var, nice tûfanları.
-
پادشاهی را خدا کشتی کند ** تا به حرص خویش بر صفها زند
- Tanrı, bir padişahı gemi yapar. Hırsı ile kendisini saflara vurur.
-
قصد شه آن نه که خلق آمن شوند ** قصدش آنک ملک گردد پایبند
- Maksadı halkın emin olması değildir, ülke zapt etmektir.
-
آن خراسی میدود قصدش خلاص ** تا بیابد او ز زخم آن دم مناص 2195
- Değirmen beygiri koşar, döner durur. Maksadı da dayak yemeden kurtulmaktadır.
-
قصد او آن نه که آبی بر کشد ** یاکه کنجد را بدان روغن کند
- Su çekmekten, yahut susamdan şırlagan yağı çıkarmaktan haberi bile yoktur.
-
گاو بشتابد ز بیم زخم سخت ** نه برای بردن گردون و رخت
- Öküz, arabayı çekmek eşyayı götürmek için değil, dayak korkusundan yürür, yeler.
-
لیک دادش حق چنین خوف وجع ** تا مصالح حاصل آید در تبع
- Fakat Tanrı, ona öyle bir acı korkusu vermiştir de o yüzden işler de görülür gider.
-
همچنان هر کاسبی اندر دکان ** بهر خود کوشد نه اصلاح جهان
- Her kazanç sahibi de bunun gibi âlemi ıslâh için değil, kendisi için çalışır.
-
هر یکی بر درد جوید مرهمی ** در تبع قایم شده زین عالمی 2200
- Her biri derdine bir melhem arar. Derken bir âlem de bu yüzden düzene girer.
-
حق ستون این جهان از ترس ساخت ** هر یکی از ترس جان در کار باخت
- Tanrı korkuyu bu âleme direk yapmıştır. Herkes, can korkusu ile bir işe sarılmıştır.
-
حمد ایزد را که ترسی را چنین ** کرد او معمار و اصلاح زمین
- Tanrı’ya hamd olsun ki böyle bir korkuyu mimar etmiş, onunla yer yüzünü düzene koymuştur.
-
این همه ترسندهاند از نیک و بد ** هیچ ترسنده نترسد خود ز خود
- Bunların hepside iyiden, kötüden korkarlar. Fakat hiçbir kimse yoktur ki kendi kendisinden korksun.
-
پس حقیقت بر همه حاکم کسیست ** که قریبست او اگر محسوس نیست
- Şu halde hakikatte herkese hak3im olan birsidir ve o, duygularla duyulmaz ama çok yakındır insana.
-
هست او محسوس اندر مکمنی ** لیک محسوس حس این خانه نی 2205
- O, bir gizli yerde duyulur ama bu evin duyguları ile duyulmaz.
-
آن حسی که حق بر آن حس مظهرست ** نیست حس این جهان آن دیگرست
- Tanrı’nın anlaşılacağı, duyulacağı duygu, bu cihanın duygusu değildir, o duygu, başka bir duygudur.
-
حس حیوان گر بدیدی آن صور ** بایزید وقت بودی گاو و خر
- Hayvan duygusu, o suretleri görseydi öküzle eşek de vaktin Beyazıd’ı olurdu.
-
آنک تن را مظهر هر روح کرد ** وآنک کشتی را براق نوح کرد
- Bedeni, ruha mazhar eden, gemiyi Nuh’a burak yapan,
-
گر بخواهد عین کشتی را به خو ** او کند طوفان تو ای نورجو
- Dilerse ey nur arayan, gemiyi değiştirir, tûfan haline getirir.
-
هر دمت طوفان و کشتی ای مقل ** با غم و شادیت کرد او متصل 2210
- Ey yoksul, her an sana bir tûfandır, bir gemidir. Seni gama, neşeye ulaştırır durur.
-
گر نبینی کشتی و دریا به پیش ** لرزها بین در همه اجزای خویش
- Gemiyle denizi görmüyorsan bütün cüzilerindeki şu titreyişi, şu kaynaşmayı gör.
-
چون نبیند اصل ترسش را عیون ** ترس دارد از خیال گونهگون
- Gözler, korkunun aslını görmediğinden çeşit çeşit hayallerden korkar insan.
-
مشت بر اعمی زند یک جلف مست ** کور پندارد لگدزن اشترست
- Sarhoş bir herif, körün birine bir yumruk indirir. Kör sanır ki kendisini deve tepti.
-
زانک آن دم بانگ اشتر میشنید ** کور را گوشست آیینه نه دید
- Çünkü o sırada deve sesini duymuştur. Körün aynası kulaktır, göz değil.
-
باز گوید کور نه این سنگ بود ** یا مگر از قبهی پر طنگ بود 2215
- Derken yine hayır, bu bir taş olacak. Belki şu çınlayıp duran kubbeden geldi der.
-
این نبود و او نبود و آن نبود ** آنک او ترس آفرید اینها نمود
- Bu da değil, o da değil, öbürü de değil. Bunları o korkuyu yaratan gösterir.
-
ترس و لرزه باشد از غیری یقین ** هیچ کس از خود نترسد ای حزین
- Korku ve titreyiş, mutlaka başkasındandır. Hiçbir kimse kendisinden korkar mı?
-
آن حکیمک وهم خواند ترس را ** فهم کژ کردست او این درس را
- O filozofçuk, korkuya vehim der. O, bu dersi eğri anlamıştır.
-
هیچ وهمی بیحقیقت کی بود ** هیچ قلبی بیصحیحی کی رود
- Hakikati olmayan vehim olur mu hiç? Hiç gönül doğru olmayan bir yere akar mı?
-
کی دروغی قیمت آرد بی ز راست ** در دو عالم هر دروغ از راست خاست 2220
- Yalancı, doğru olmasa bir yalan kıvırabilir mi? İki âlemde de her yalan doğrudan meydana gelir.
-
راست را دید او رواجی و فروغ ** بر امید آن روان کرد او دروغ
- Doğrunun revacına, parlaklığına bakar da yalancı, o ümitle yalan söyler.
-
ای دروغی که ز صدقت این نواست ** شکر نعمت گو مکن انکار راست
- Ey yalancı, bu yalanın da doğru yüzünden geçmede. Nimete şükret de doğruyu inkâr etme.
-
از مفلسف گویم و سودای او ** یا ز کشتیها و دریاهای او
- Filozofluk taslayandan mı söyleyeyim, onun sevdasından mı bahsedeyim? Yoksa Tanrı’nın gemilerini denizlerini mi anlatayım?
-
بل ز کشتیهاش کان پند دلست ** گویم از کل جزو در کل داخلست
- Hadi onun gemilerinden bahsedeyim. Çünkü o bahis, gönle öğüt verir. Külden bahsedeyim. Çünkü cüz, küllün içindedir.
-
هر ولی را نوح و کشتیبان شناس ** صحبت این خلق را طوفان شناس 2225
- Her velîyi Nuh ve kaptan bil, bu halkın sohbetini de tûfan say.
-
کم گریز از شیر و اژدرهای نر ** ز آشنایان و ز خویشان کن حذر
- Aslandan ve erkek ejderhadan az kaç da âşinalarından, akrabalarından daha fazla sakın.
-
در تلاقی روزگارت میبرند ** یادهاشان غایبیات میچرند
- Onlar, seninle buluşup ömrünü ziyân ederler. Onları anma, gayb âleminden elde ettiğin mahsulü bitirir.
-
چون خر تشنه خیال هر یکی ** از قف تن فکر را شربتمکی
- Susuz eşek gibi her birinin hayali, beden kabından düşünce şerbetini emer, sömürür.
-
نشف کرد از تو خیال آن وشات ** شبنمی که داری از بحر الحیات
- O kovucuların hayali, abıhayattan elde ettiğin çiğ tanesini emiverir.