English    Türkçe    فارسی   

3
2337-2346

  • اعتمادی داشت او بر خواب خویش ** که چو شمعی می‌فروزیدش ز پیش
  • Rüyası, mum gibi gözünün önünde yanmakta, onu aydınlatıp durmaktaydı; rüyasına güveniyordu.
  • چون در افکندند یوسف را به چاه ** بانگ آمد سمع او را از اله
  • Yusuf’u kuyuya attıkları zaman Allah’tan kulağına şu ses gelmişti:
  • که تو روزی شه شوی ای پهلوان ** تا بمالی این جفا در رویشان
  • Ey yiğit, sen bir gün padişah olacaksın. O vakit seni kıyanların sözlerini, yüzlerine vurursun.
  • قایل این بانگ ناید در نظر ** لیک دل بشناخت قایل را ز اثر 2340
  • Bunu seslenen görünmüyordu ama gönül, söyleyenin eserini tanıyordu.
  • قوتی و راحتی و مسندی ** در میان جان فتادش زان ندا
  • O sesten cana bir kuvvet, bir rahat, bir huzur geliyordu.
  • چاه شد بر وی بدان بانگ جلیل ** گلشن و بزمی چو آتش بر خلیل
  • İbrahim’e ateş nasıl bir gül bahçesi olmuşsa o ses yüzünden kuyu da Yusuf’a gül bahçesi kesilmişti.
  • هر جفا که بعد از آنش می‌رسید ** او بدان قوت بشادی می‌کشید
  • Gayri ne cefa geldiyse o kuvvetle tahammül etti. Neşeyle çekti.
  • همچنانک ذوق آن بانگ الست ** در دل هر مومنی تا حشر هست
  • Nitekim Elest sesinin zevki de her müminin gönlünde tâ mahşere kadar sürer gider.
  • تا نباشد در بلاشان اعتراض ** نه ز امر و نهی حقشان انقباض 2345
  • Bu yüzden müminler, ne belâya itiraz ederler, ne Hakk’ın emir ve nehyinden sıkılırlar.
  • لقمه‌ی حکمی که تلخی می‌نهد ** گلشکر آن را گوارش می‌دهد
  • Başkalarının ağzına acılık veren bir lokmaya benzeyen Allah hükmü, onlara gülbeşeker gelir, tatlı tatlı yerler, hazmederler.