English    Türkçe    فارسی   

2
2123-2172

  • هم گواه اوست اقرار ملک ** هم گواه اوست کفران سگک‏
  • Meleğin ikrarı, ona bir şahit olduğu gibi o köpeğin inkârı da bir şahittir”
  • تتمه اعتماد آن مغرور بر تملق خرس‏
  • O aldanmış kişinin, ayının vefasına güvenmesi
  • شخص خفت و خرس می‏راندش مگس ** وز ستیز آمد مگس زو باز پس‏
  • Adam uyudu, ayı sinek kovalamaktaydı. Sinek, kovulunca kalktı, fakat inadına gene kalktığı yere gelip kondu.
  • چند بارش راند از روی جوان ** آن مگس زو باز می‏آمد دوان‏ 2125
  • Ayı, o gencin yüzünden kaç kere sineği kovdu. Fakat sinek gene derhal kalktığı yere gelip konmaktaydı.
  • خشمگین شد با مگس خرس و برفت ** بر گرفت از کوه سنگی سخت زفت‏
  • Ayı, sineğe kızıp, gitti dağdan kocaman bir taş yakalayıp getirdi.
  • سنگ آورد و مگس را دید باز ** بر رخ خفته گرفته جای ساز
  • Sineğin gene uyuyan adamın suratına konmuş olduğunu görünce,
  • بر گرفت آن آسیا سنگ و بزد ** بر مگس تا آن مگس واپس خزد
  • O koca değirmen taşını alıp, sineği ezmek için adamın suratına fırlattı.
  • سنگ روی خفته را خشخاش کرد ** این مثل بر جمله عالم فاش کرد
  • Taş, uyuyan adamın suratını paramparça etti. Bu mesele de bütün âleme yayıldı;
  • مهر ابله مهر خرس آمد یقین ** کین او مهر است و مهر اوست کین‏ 2130
  • Aptalın sevgisi şüphesiz ayının sevgidir. Kini sevgidir, sevgisi kin.
  • عهد او سست است و ویران و ضعیف ** گفت او زفت و وفای او نحیف‏
  • Ahdi gevşek, zayıf ve bozuk.. sözü büyük, vefası artık.
  • گر خورد سوگند هم باور مکن ** بشکند سوگند، مرد کژ سخن‏
  • Ant içse bile inanma. Eğri sözlü adam andını da bozar.
  • چون که بی‏سوگند گفتش بد دروغ ** تو میفت از مکر و سوگندش به دوغ‏
  • Mademki yeminsiz sözü yalan. Hilesine yeminine de inanma.
  • نفس او میر است و عقل او اسیر ** صد هزاران مصحفش خود خورده‏گیر
  • Onun nefsi beydir, aklı esir.. farz et ki yüz binlerce defa Mushaf’a yemin etmiş olsun!
  • چون که بی‏سوگند پیمان بشکند ** گر خورد سوگند هم آن بشکند 2135
  • Mademki yeminsiz ahdi bozuyor, yemin etse onu da bozar.
  • ز آن که نفس آشفته‏تر گردد از آن ** که کنی بندش به سوگند گران‏
  • Çünkü nefsi, ağır yeminle bağlanan nefis, bundan daha ziyade daralır, perişan olur.
  • چون اسیری بند بر حاکم نهد ** حاکم آن را بر درد بیرون جهد
  • Bu, bir esirin hâkimi bağlanmasına benzer. Hâkim o bağı koparır, o bağdan kurtulur.
  • بر سرش کوبد ز خشم آن بند را ** می‏زند بر روی او سوگند را
  • Kızgınlıkla o bağı, kölesinin kafasına fırlatıp atar. Nefis de o yemini, kendisine esir olan adamın suratına vurur.
  • تو ز اوفوا بالعقودش دست شو ** احفظوا أیمانکم با او مگو
  • Sen onun “Ahitlerinize vefa edin” hükmünden el yıka. “ Yeminlerinizi koruyun, ahitlerinizde durun” hükmünü ona söyleme.
  • و آن که حق را ساخت در پیمان سند ** تن کند چون تار و گرد او تند 2140
  • Kiminle ahdettiğini bilen tenini iplik haline kor, o ahdin etrafında dolanır, o ahdi örer durur.
  • رفتن مصطفی علیه السلام به عیادت صحابی و بیان فایده عیادت‏
  • Mustafa Aleyhisselâm’ın bir hasta sahabenin hatırını sormaya gitmesi, hasta halini, hatırını sormasının faydası
  • از صحابه خواجه‏ای بیمار شد ** و اندر آن بیماریش چون تار شد
  • Sahabeden biri hastalandı, o hastalık yüzünden zayıfladı, iplik gibi inceldi.
  • مصطفی آمد عیادت سوی او ** چون همه لطف و کرم بد خوی او
  • Mustafa halini, hatırını sormaya geldi. Çünkü Peygamber’in huyu tamamıyla lütuf ve keremden ibaretti.
  • در عیادت رفتن تو فایده است ** فایده آن باز با تو عایده است‏
  • Hastanın halini, hatırını sormaya gitmekte fayda vardır. Faydası da gene sanadır.
  • فایده اول که آن شخص علیل ** بوک قطبی باشد و شاه جلیل‏
  • Birinci faydası şudur; O hasta adam, bir kutup, bir ulu şah olabilir.
  • ور نباشد قطب یار ره بود ** شه نباشد فارس اسپه بود 2145
  • Mademki inatçı adam, gönlünün iki gözü de yok, odunu ödağacından ayırt edemezsin.
  • پس صله یاران ره لازم شمار ** هر که باشد گر پیاده گر سوار
  • Âlemde hazineler var. Beyhude üzülme, yorulma. Yalnız hiçbir viraneyi de definesiz bilme.
  • ور عدو باشد همین احسان نکوست ** که به احسان بس عدو گشته است دوست‏
  • Her dervişe ne olur, ne olmaz diye mülâzemette bulunadır, bir nişane buldun mu da artık onun etrafında adamakıllı dön, dolaş!
  • ور نگردد دوست کینش کم شود ** ز آن که احسان کینه را مرهم شود
  • Mademki sende o can gözü yok, her vücutta define var san!
  • بس فواید هست غیر این و لیک ** از درازی خایفم ای یار نیک‏
  • Kutup olmasa bile belki bir yol dostudur, padişah değilse bile bir atlı askerdir.
  • حاصل این آمد که یار جمع باش ** هم چو بتگر از حجر یاری تراش‏ 2150
  • Kim olursa olsun, ister yaya, ister atlı, yol dostlarıyla buluşmayı, onların halini sormayı, hatırlarını ele almayı lâzım bil.
  • ز آن که انبوهی و جمع کاروان ** ره زنان را بشکند پشت و سنان‏
  • Hatta o adam, düşman bile olsa yine ihsan iyidir. Çünkü ihsan yüzünden düşman bile adama dost olur.
  • چون دو چشم دل نداری ای عنود ** که نمی‏دانی تو هیزم را ز عود
  • Dost olmasa bile hiç olmazsa kini azalır. Çünkü ihsanda bulunmak, kine âdeta merhemdir.
  • چون که گنجی هست در عالم مرنج ** هیچ ویران را مدان خالی ز گنج‏
  • Bundan başka daha nice faydaları var ama ey iyi adam, sözü uzatmadan korkuyorum.
  • قصد هر درویش می‏کن از گزاف ** چون نشان یابی بجد می‏کن طواف‏
  • Sözün hülâsası şu: Topluluğa dost ol. Hatta bir dost bulamazsan put yapan Amad gibi taştan bir dost yont, onu sev!
  • چون تو را آن چشم باطن بین نبود ** گنج می‏پندار اندر هر وجود 2155
  • Zira kalabalık ve kervan halkının çokluğu yol vurucuların belini kırar, onları kahreder.
  • وحی کردن حق تعالی به موسی علیه السلام که چرا به عیادت من نیامدی‏
  • Ulu Tanrı’nın Musa Aleyhisselâm’a “Niçin hastalığımda benim halimi, hatırımı sormağa gelmedin?” diye vahyetmesi
  • آمد از حق سوی موسی این عتاب ** کای طلوع ماه دیده تو ز جیب‏
  • Tanrı’dan Musa’ya şu hitap geldi: “Ey koltuğundan ayın doğduğunu gören!
  • مشرقت کردم ز نور ایزدی ** من حقم رنجور گشتم نامدی‏
  • Seni Tanrılık nurunun doğusu haline getirdiğim halde ben ki Tanrı’yım, hastalandım da niçin halimi hatırımı sormaya gelmedin?”
  • گفت سبحانا تو پاکی از زیان ** این چه رمز است این بکن یا رب بیان‏
  • Musa, “Tanrı” sen kusurdan münezzehsin. Bu ne remizdir, Yarabbi, bunu bildir” dedi.
  • باز فرمودش که در رنجوریم ** چون نپرسیدی تو از روی کرم‏
  • Bunun üzerine Tanrı, yine “ Hastalığımda kerem edip niçin halimi sormadın?” buyurdu.
  • گفت یا رب نیست نقصانی تو را ** عقل گم شد این سخن را بر گشا 2160
  • Musa, “Yarabbi, senin bir noksanın olamaz. Aklım şaştı, bu sözün hakikatini anlat” dedi.
  • گفت آری بنده خاص گزین ** گشت رنجور او منم نیکو ببین‏
  • Tanrı, “Evet, has ve seçilmiş bir kulun hastalanmıştı. İyice bir bak hele o, benim.
  • هست معذوریش معذوری من ** هست رنجوریش رنجوری من‏
  • Onun özür serdetmesi benim özür serdetmemdir. Onun hastalığı benim hastalığımdır” buyurdu.
  • هر که خواهد همنشینی خدا ** تا نشیند در حضور اولیا
  • Tanrı ile oturup kalkmak isteyen kişi veliler huzurunda otursun.
  • از حضور اولیا گر بسکلی ** تو هلاکی ز آن که جزوی بی‏کلی‏
  • Velilerin huzurundan kesilirsen helâk oldun gitti. Çünkü sen küllü olmayan bir cüzüsün.
  • هر که را دیو از کریمان وابرد ** بی‏کسش یابد سرش را او خورد 2165
  • Şeytan, birisini kerem sahiplerinden ayırırsa onu kimsiz, kimsesiz bir hale kor, o halde de bulunca başını yer, mahvedip gider.
  • یک بدست از جمع رفتن یک زمان ** مکر دیو است بشنو و نیکو بدان‏
  • Topluluktan bir an bile ayrılmak bil ki Şeytan’ın hilesinden ibarettir.
  • تنها کردن باغبان صوفی و فقیه و علوی را از همدیگر
  • Bağcının, sofi, fakîh ve alevîyi birbirinden ayırıp yalnız bırakması
  • باغبانی چون نظر در باغ کرد ** دید چون دزدان به باغ خود سه مرد
  • Bir bahçıvan, bahçesine üç tane hırsızın girdiğini gördü.
  • یک فقیه و یک شریف و صوفیی ** هر یکی شوخی بدی لایوفیی‏
  • Bu üç kişinin birisi bir fakîh, birisi bir şerif, bir tanesi de bir sofi idi. Üçü de hafif meşrep ve vefasız kimselerdi.
  • گفت با اینها مرا صد حجت است ** لیک جمع‏اند و جماعت قوت است‏
  • Bahçıvan, kendi kendine “Bunlara karşı söyleyeceğim nice sözler, bunları ilzam için getireceğim yüzlerce deliller var. Fakat bunlar, bir topluluk. Topluluksa kuvvettir,
  • بر نیایم یک تنه با سه نفر ** پس ببرمشان نخست از همدگر 2170
  • Tek başıma bu üç kişinin hakkından gelemem, Önce onları birbirinden ayırmak lâzım.
  • هر یکی را من به سویی افکنم ** چون که تنها شد سبیلش بر کنم‏
  • Her birisini, öbüründen ayırayım. Ondan sonra birer, birer saçlarını, sakallarını yolarım” dedi.
  • حیله کرد و کرد صوفی را به راه ** تا کند یارانش را با او تباه‏
  • Hile edip arkadaşlarıyla arasını açmak üzere önce sofiyi yola vurdu.