English    Türkçe    فارسی   

3
2850-2899

  • چند جا بندش گرفت اندر نبرد ** تا بکشتی در فکندش روی‌زرد 2850
  • Güreşte onu yere yıkmak, yüzünü sarartmak için onunla savaşa girişti, ona ne oyunlar oynadı.
  • اینچنین کردست با آن پهلوان ** سست سستش منگرید ای دیگران
  • Öyle bir pehlivana bile böyle oyunlar yapan düşmanı sakının, ehemmiyetsiz görmeyin!
  • مادر و بابای ما را آن حسود ** تاج و پیرایه بچالاکی ربود
  • O hasetçi, bizim anamızın, babamızın tacını tahtını bile el çabukluğuyla kapıverdi;
  • کردشان آنجا برهنه و زار و خوار ** سالها بگریست آدم زار زار
  • Onları, oracıkta, çırılçıplak, ağlayıp inler bir halde hor hakir bırakıverdi. Âdem, yıllarca zarı zarı ağladı.
  • که ز اشک چشم او رویید نبت ** که چرا اندر جریده‌ی لاست ثبت
  • Neden âsiler defterine kaydedildim diye öyle bir ağladı ki gözyaşlarının aktığı yerlerde nebatlar bitti!
  • تو قیاسی گیر طراریش را ** که چنان سرور کند زو ریش را 2855
  • Bir bak da hilebazlığını anla… Öyle bir ulu bile, onun hilesi yüzünden saçını, saklını yoldu.
  • الحذر ای گل‌پرستان از شرش ** تیغ لا حولی زنید اندر سرش
  • Ey balçığa tapanlar, onun şerrinden amanın aman… Onun kafasına “Lâ havle” kılıcını vurmaya bakın!
  • کو همی‌بیند شما را از کمین ** که شما او را نمی‌بینید هین
  • Pusudan sizi görüp durur, fakat siz onu görmezsiniz, gaflet etmeyin sakın!
  • دایما صیاد ریزد دانه‌ها ** دانه پیدا باشد و پنهان دغا
  • Avcı, daima taneler saçar… Saçtığı taneler görünür de yapacağı kötülük görünmez.
  • هر کجا دانه بدیدی الحذر ** تا نبندد دام بر تو بال و پر
  • Nerede tane görürsen sakın oradan. Sakın da tuzağa düşme, kolun, kanadın bağlanmasın!
  • زانک مرغی کو بترک دانه کرد ** دانه از صحرای بی تزویر خورد 2860
  • Taneyi bırakan kuş, o hilesiz, düzensiz ovanın tanelerini yer, doyar.
  • هم بدان قانع شد و از دام جست ** هیچ دامی پر و بالش را نبست
  • Ona kani olduğundan uzaktan kurtulur; hiçbir tuzağa düşmez; kolu kanadı bağlanmaz.
  • وخامت کار آن مرغ کی ترک حزم کرد از حرص و هوا
  • Hırs yüzünden havasına uyan ve ihtiyatı bırakan kuşun akıbeti
  • باز مرغی فوق دیواری نشست ** دیده سوی دانه دامی ببست
  • Bir kuş, bir duvarın üstüne kondu, tuzaktaki taneleri gördü.
  • یک نظر او سوی صحرا می‌کند ** یک نظر حرصش به دانه می‌کشد
  • Bir ovaya bakıyordu, gönlü orasını çekmekteydi; bir de tanelere bakıyordu, hırsı kendisini oraya sürüklemekteydi.
  • این نظر با آن نظر چالیش کرد ** ناگهانی از خرد خالیش کرد
  • Bu iki istek arasında çırpındı, durdu… Nihayet aklı başından gitti; tanelere tamah etti, uzağa düştü!
  • باز مرغی کان تردد را گذاشت ** زان نظر بر کند و بر صحرا گماشت 2865
  • Başka bir kuş da bu tereddüdü bıraktı, tanelere meyletmedi, sahraya uçup gitti.
  • شاد پر و بال او بخا له ** تا امام جمله آزادان شد او
  • Neşeli bir surette kol kanat açtı; ne mutlu ona! Bütün hürlerin ulusu, başı oldu.
  • هر که او را مقتدا سازد برست ** در مقام امن و آزادی نشست
  • Onu kendisine baş yapan da kurtuldu, emniyet makamına ulaştı.
  • زانک شاه حازمان آمد دلش ** تا گلستان و چمن شد منزلش
  • Çünkü bu kuşun gönlü, ihtiyata riayet edenlerin padişahı kesildi de konağı, güllükler, çimenlikler dolu!
  • حزم ازو راضی و او راضی ز حزم ** این چنین کن گر کنی تدبیر و عزم
  • O ihtiyatından razı, ihtiyatı ondan memnun… İşte sen de tedbirde bulunacaksan böyle bir tedbirde bulun, bu işe sarılacaksan böyle bir işe sarıl!
  • بارها در دام حرص افتاده‌ای ** حلق خود را در بریدن داده‌ای 2870
  • Nice defalar hırs tuzağına düştün, boğazını kesilmeye teslim ettin!
  • بازت آن تواب لطف آزاد کرد ** توبه پذرفت و شما را شاد کرد
  • Tövbeler kabul eden Allah, yine seni azat etti, tövbeni kabul ederek seni neşelendirdi.
  • گفت ان عدتم کذا عدنا کذا ** نحن زوجنا الفعال بالجزا
  • “Tövbenizi bozar, kötülüğe başlarsanız biz de tekrar size azap ederiz. Biz yapılan işlere uygun karşılıkları çift ettik” dedi.
  • چونک جفتی را بر خود آورم ** آید آن را جفتش دوانه لاجرم
  • Bir kadının kocasını yahut bir kocanın karısını alıp bir yere götürsen eşi de koşa koşa mutlaka onun yanına gelir.
  • جفت کردیم این عمل را با اثر ** چون رسد جفتی رسد جفتی دگر
  • Bu yapılan işleri de eserleriyle çift yarattık… Bir amelde bulundun mu mutlaka eşi de zuhur eder.
  • چون رباید غارتی از جفت شوی ** جفت می‌آید پس او شوی‌جوی 2875
  • Birisi gelip bir karının kocasını esir ederek götürse karısı, kocasını araya araya çıkagelir.
  • بار دیگر سوی این دام آمدیت ** خاک اندر دیده‌ی توبه زدیت
  • Sen de bir kere daha bu tuzağa geldin, bir kere daha tövbenin gözüne toprak serptin!
  • بازتان تواب بگشاد از گره ** گفت هین بگریز روی این سو منه
  • Tövbeleri kabul eden, suçluları yargılayan Allah, tekrar o düğümü çözdü de “Kendine gel… Bu tarafa yüz tutma” dedi.
  • باز چون پروانه‌ی نسیان رسید ** جانتان را جانب آتش کشید
  • Fakat tekrar unutkanlık pervanesi geldi, canınızı ateşe doğru sürükledi!
  • کم کن ای پروانه نسیان و شکی ** در پر سوزیده بنگر تو یکی
  • Ey pervane, öyle çok unutkan olma, öyle pek şüpheye düşme… Yanan kanadına bak bir kere!
  • چون رهیدی شکر آن باشد که هیچ ** سوی آن دانه نداری پیچ پیچ 2880
  • Ateşten kurtuldun mu bu kurtuluşun şükrü, bir daha tane olan yere hiç uğramamandır.
  • تا ترا چون شکر گویی بخشد او ** روزیی بی دام و بی خوف عدو
  • Uğrama da şükrettikçe Allah sana tuzaksız, düşman korkusundan uzak bir nimet ihsan etsin.
  • شکر آن نعمت که‌تان آزاد کرد ** نعمت حق را بباید یاد کرد
  • Allah’ın sizi azat etmesine karşılık şükretmeniz, Allah nimetini anmanız gerek.
  • چند اندر رنجها و در بلا ** گفتی از دامم رها ده ای خدا
  • Nice zahmetlere, nice belâlara düştün de “ Yarabbi, beni bu tuzaktan kurtar…
  • تا چنین خدمت کنم احسان کنم ** خاک اندر دیده‌ی شیطان زنم
  • Sana itaat edeyim, ibadetlerde bulunayım, Şeytan’ın gözüne toprak serpeyim” dedi.
  • حکایت نذر کردن سگان هر زمستان کی این تابستان چون بیاید خانه سازیم از بهر زمستان را
  • Köpeklerin, her kış mevsimi “Yaz gelince kışın barınmak için kendimize bir ev kuralım” diye ahdetmeleri
  • سگ زمستان جمع گردد استخوانش ** زخم سرما خرد گرداند چنانش 2885
  • Kış geldi mi köpek ezilir, büzülür. Kışın soğuğu onu perişan bir hale kor.
  • کو بگوید کین قدر تن که منم ** خانه‌ای از سنگ باید کردنم
  • “Kışa dayanamıyorum sağ olursam taştan bir ev kurmam lazım.
  • چونک تابستان بیاید من بچنگ ** بهر سرما خانه‌ای سازم ز سنگ
  • Yaz gelince dişimle tırnağımla çalışıp çabalayayım, kışın barınmak için bir taş ev kurayım” der.
  • چونک تابستان بیاید از گشاد ** استخوانها پهن گردد پوست شاد
  • Fakat yaz gelip de ısındı mı kellesi, kemiği yerine geldi mi, ilikleri, kemikleri kızışıp derisi gerildi mi,
  • گوید او چون زفت بیند خویش را ** در کدامین خانه گنجم ای کیا
  • Kendisini koskocaman görür de “İyi ama ben hangi eve sığarım ki?” der.
  • زفت گردد پا کشد در سایه‌ای ** کاهلی سیری غری خودرایه‌ای 2890
  • İrileşir, ayağını çeker… Tembel tembel, karnı tok sırtı pek, kendisine güvenmiş bir halde bir gölgeye çekilir.
  • گویدش دل خانه‌ای ساز ای عمو ** گوید او در خانه کی گنجم بگو
  • Gönlü “Bir ev kur” derse de o, “Söyle be yahu, ben nasıl olur da bir eve sığarım ki?” diye cevap verir.
  • استخوان حرص تو در وقت درد ** درهم آید خرد گردد در نورد
  • Sen de bir belâya, bir musibete düştün mü büzülürsün, hırs kemiklerin bitişir; küçülür, kalırsın.
  • گویی از توبه بسازم خانه‌ای ** در زمستان باشدم استانه‌ای
  • “Tövbeden bir ev kurayım, kışın o evceğizde barınayım” dersin.
  • چون بشد درد و شدت آن حرص زفت ** همچو سگ سودای خانه از تو رفت
  • Fakat dertten kurtuldun da hırsın büyüdü mü köpek gibi ev sevdası geçer gider.
  • شکر نعمت خوشتر از نعمت بود ** شکرباره کی سوی نعمت رود 2895
  • Nimete şükretmek, nimetten daha hoştur. Şükreden kişi, hiç şükretmeyi bırakır da nimet sevdasına düşer mi?
  • شکر جان نعمت و نعمت چو پوست ** ز آنک شکر آرد ترا تا کوی دوست
  • Şükür, nimetin canıdır, nimetse deriye benzer. Çünkü seni sevgiliye kadar ulaştıran şükürdür.
  • نعمت آرد غفلت و شکر انتباه ** صید نعمت کن بدام شکر شاه
  • Nimet, insana gaflet verir, şükürse uyandırır. Padişahın şükür tuzağıyla nimet avlamaya gör!
  • نعمت شکرت کند پرچشم و میر ** تا کنی صد نعمت ایثار فقیر
  • Şükür nimeti, gözünü doyurur, seni bey yapar. Bu suretle de yoksullara yüzlerce nimet bağışlarsın.
  • سیر نوشی از طعام و نقل حق ** تا رود از تو شکم‌خواری و دق
  • Allah yemeğinden ye, doy da senden oburluk, tamah ve şuna buna ihtiyacını arz etme illeti geçsin.
  • منع کردن انبیا را از نصیحت کردن و حجت آوردن جبریانه
  • Münkirlerin, Peygamberleri nasihatten menetmeleri ve Cebriler gibi delil getirmeleri